Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        NASA’nın Mars’ta tuzlu su bulunduğunu açıkladığı hafta “Marslı”nın (The Martian) gösterime girmesi belki sadece bir tesadüf. Kesin olan, “Marslı”nın “NASA ruhu”yla gerçekleştirilmiş bir film olması... Sıradan bir Hollywood – NASA işbirliğinin ötesinde bir durum bu. “Marslı”, tüm dünyada uzayın keşfi heyecanını yeniden yaratmaya yönelik bir çabanın sinema cephesini temsil ediyor sanki. Malum, bilim insanları ışık hızına ulaşan uzay gemileri yapmamızın kolay olmayacağını defalarca söyledi. Ancak Mars’ı kolonileştirmeye yakınlaştığımızı da vurguladılar. “Marslı” da bu kolonileştirme hedefiyle uyumlu. Filmde, Mars’ta tek başına kalan astronot tarım yaparak gezegende yaşamanın yolunu buluyor ve kolonileştirmenin önce toprağı işlemekle başladığını söylüyor.

        ROBINSON CRUSOE MARS’TA

        Ancak “Marslı”ya sadece buradan bakmak haksızlık olur. Andy Weir’in romanından uyarlanan filmi bir çeşit “Robinson Crusoe uzayda” öyküsü olarak değerlendirmek mümkün. Robinson Crusoe özünde Batı düşüncesini temsil eder; dünyanın efendisi olarak insanın doğa karşısındaki üstünlüğünün altını çizer. “Marslı” da farklı bir şey yapmıyor. Sadece bir botanikçi değil, tam teçhizatlı bir bilimci olan Mark Watney (Matt Damon), insan zekâsının zirvesini simgeliyor. Öte yandan, kesinlikle “tek adam tek başına kurtulur” öyküsü değil. Tam aksine, ekip çalışmasının altını çiziyor; mühendislik zekâsını kutsuyor. Dolayısıyla filmde bir “Apollo 13” ruhu bulmak mümkün. Apollo 13’ün gerçek serüvenini anlatan 1995 yapımı filmde NASA’daki bilim insanları astronotlarla sürekli iletişim halinde soruna çözüm arıyorlardı. “Marslı”da da NASA’nın mühendisleri, simülasyon modeller üzerinde çalışarak Mark Watney’yi sağ salim eve getirmeye çalışıyorlar. Bu, bizi “Er Ryan’ı Kurtarmak” tarzında bir öyküye götürüyor. Spielberg’in filminde amaç er Ryan’ı diğer iki oğlunu savaşta kaybeden annesine sağ salim teslim etmekti. Burada ise NASA’nın öncelikli amacı astronot Mark’ı dünyaya getirmek. Tek bir insanın hayatı, kuşkusuz simgesel anlam taşıyor: ABD ve NASA’nın en yüksek ideallerinin asla bir insanın hayatından daha değerli olamayacağının altı çiziliyor. Dolayısıyla çatışmaların, ölümlerin hiç bitmediği bir coğrafyadan “Marslı”yı seyretmenin üzücü bir yanı da var.

        GÜLERYÜZLÜ BİR BİLİMKURGU

        Altan alta sistem eleştirisi getiren “Alien” ve “Blade Runner” gibi karanlık, karamsar bilimkurgu başyapıtlarının yönetmeni Ridley Scott, “Marslı”yla birlikte filmografisinin en iyimser ve güler yüzlü bilimkurgusuna imza atıyor. Sonuç olarak, klişeleri de hiç ihmal etmeyen Amerikan usulü bir “asla pes etmeyeceksin” öyküsünü anlatan “Marslı”, 141 dakikalık süresine rağmen ilgiyle izlenen, sürükleyici bir film.

        Fischer, Spassky’ye karşı

        SATRANCIN Mozart’ı ya da Da Vinci’si olarak anılan bir isim Bobby Fischer. Geniş kitleler tarafından tanınmasını sağlayan olay ise 1972’de dönemin dünya satranç şampiyonu Boris Spassky’nin karşısına çıkmasıydı. Spassky, o yıllarda satranç dünyasına hâkim olan Sovyetler Birliği’nden gelen bir oyuncuydu. Fischer ise kendisini yetiştiren Amerikalı bir satranç dehası... Dolayısıyla, Spassky-Fischer maçı, o yılların medyası için Soğuk Savaş’ın satranç tahtasına uyarlanmış hali gibiydi. Peki ya içeriden bakıldığında?

        ‘SESSİZLİK ÖZLEMİ’ HİÇ BİTMİYOR

        “Şah Mat” (Pawn Sacrifice) işte bu soruya cevap arıyor ve bizi Fischer’in çocukluğuna kadar götürüyor. Ancak orada çok kalmıyor. Steven Knight’ın yazdığı senaryo, Fischer’in satrançtaki Sovyet egemenliğine meydan okuduğu bölüme kadar olan her şeyi özet geçiyor. Ancak vurgulanan birkaç kritik nokta var: Fischer, Yahudi kökenli komünist annesinin sosyal hayatı ve sevgililerinden nefret ediyor. Babasız büyümekten rahatsız. Satranç ise onun sığınağı ve huzur bulduğu yer. Dünya şampiyonu olma iddiasıyla ortaya çıktığı anlardan itibarense akıl sağlığının pek yerinde olmadığını anlamaya başlıyoruz. Film, Fischer’e ve sorunlarına tarafsız bir gözle bakmayı deniyor. Organizatörleri delirten kaprislerinin nedenlerini ortaya koyuyor. Özelikle sessizlik onun için önemli çünkü konsantrasyonunu kaybedince oyunu da kaybediyor. Centilmen usta Spassky’ye de haksızlık edilmiyor. Rakibinin isteklerine kibarca boyun eğen Spassky’nin (Liev Schreiber), Fischer’in satranç dehasını ayakta alkışladığı bölüm filmin zirvesi. Fischer’in alkışlara verdiği tepki ise kişiliğini ele veriyor. İkinci olmaya tahammülü olmayan ama birinci olunca da ne yapacağını bilemeyen biri. Zaten hayatı da bunun somut bir kanıtı. Kim, onca şöhrete ulaştıktan sonra ortadan kaybolur gider ki?

        TOBEY MAGUIRE MÜKEMMEL

        Gelecekte Fischer’i dehasını ve sorunlarını anlatan daha iyi filmler çekilebilir belki. Ancak Edward Zwick’in yönettiği “Şah Mat” boşluğu dolduran, seyre değer bir film. Sadece Tobey Maguire’in mükemmel Fischer performansı için dahi seyredilebilir.

        Diğer Yazılar