Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        FİLMİN NOTU: 6

        Bugün artık modern bir klasik olarak kabul edilen 1991 tarihli “Point Break”in yeni çevrimi aynı adla gösterime girdi. Ekstrem doğa sporlarına geniş yer ayıran yeni film, öyküye de ekstrem bir ruh getirmeyi deniyor.

        KATHRYN Bigelow’un yönettiği ilk “Point Break”, 1991 yılının öne çıkan filmlerinden biriydi. Hem spor hem soygun türlerinin özelliklerini taşıyor, suç çetesine sızan bir köstebeğin öyküsünü anlatıyordu. Daha da önemlisi, bir dostluk filmiydi. Keanu Reeves’in oynadığı Utah’ın mafyaya sızan köstebeklerden farkı, Bodhi’nin (Patrick Swayze) ideallerinden fazlasıyla etkilenmesi, suçlulara olan mesafesini kaybetmesiydi... 24 yıl sonra çekilen “Point Break” çıkış noktası olarak ilk filmi alıyor ama “yeni bir şey” olabilmek için de ciddi çaba sarf ediyor. Kurt Wimmer imzalı yeni senaryoda karakterler aynı adı taşısa da köklü değişiklikler var. İlk filmde Johnny Utah, eski bir futbolcuydu; burada ise vicdan azabıyla her şeyden uzaklaşmış bir motorsikletçi. İlk film sörf ve soygun ağırlıklıydı.

        FELSEFESİNİN İÇİNİ DOLDURAMIYOR

        Yeni film ise çerçevesini ekstrem sporlara doğru genişletiyor. Hatta bir çeşit “ekstrem sporlar felsefesi” inşa etmeye gayret ediyor. Bodhi’nin (Edgar Ramirez) amacı efsane olmuş bir ekstrem sporcunun düşünü hayata geçirmek; ölüme meydan okuyan 8 farklı deneme gerçekleştirmek. FBI’da henüz bir çırak statüsünde olan Johnny Utah (Lume Bracey) işlenen suçlarla Bodhi arasındaki ilişkiyi zaten bu “ekstrem denemeler” üzerinden kuruyor ve bir sonraki adımını önceden tahmin edebiliyor. Zenginden alıp yoksula veren Bodhi’nin felsefesinin özü “dünyadan aldığımızı dünyaya geri vermek” şeklinde özetlenebilir. Ancak filmin bu felsefenin içini doldurduğunu söylemek zor. Ayrıca ilk filmdeki eski ABD başkanlarının maskeleriyle soygun yapan çete kadar etkileyici oldukları da söylenemez.

        AKSİYON SAHNELERİYLE AKIP GİDİYOR

        Kaldı ki, “Point Break” hiçbir noktasında öyküyü ilk filmdeki gibi derinlemesine ele alamıyor, karakterleri iyi işleyemiyor. Buna karşılık, ekstrem sporlara ve aksiyon sahnelerine çok geniş bir yer ayırıyor. Kuşkusuz dijital efektlere önyargılı birçok kişi aksiyon olarak da ilk filmi tercih edebilir. Ancak bence burada da küçümsenemeyecek, seyre değer sahneler var. Utah ile Bodhi’nin tanıştığı ilk sörf sahnesi mesela. Dijital destekli bile olsa sahnenin resimlere dökülmesi orijinal ve etkileyici. Alplerdeki serbest düşüş ya da karlı dağlardan iniş bölümleri için de aynısını söyleyebilirim. Görüntü yönetmenliğinden gelen yönetmen Ericson Core, çekim teknikleri açısından elinden gelenin en iyisini yapıyor.

        Sonuçta “Point Break” özellikle aksiyon sahneleriyle akıp giden bir film. Orijinal öykünün de katkısıyla baştan sona hiç sıkılmadan seyrediliyor. Ancak geriye doğa manzaraları, bol adrenalin ve hareketten başka bir şey kalacağını pek sanmıyorum. Doğa sporlarını ve aksiyonu sevenlere tavsiye ederim...

        Diğer Yazılar