Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Bütün memeli hayvan türlerinin birbirlerini “yemeden” yaşadığı bir dünyada barışın tehlikeye girmesini anlatan “Zootropolis: Hayvanlar Şehri” (Zootopia), düşman yaratmak ve ırkçılık temaları üzerine şekillenen eğlenceli ve seyre değer bir animasyon

        Animasyon, hayal gücüyle birleştiğinde rekabet edilmesi zor, sınır tanımayan bir format. “Zootropolis” de görsel olarak animasyonun avantajlarını iyi kullanan filmlerden... Senaryoya da katkıda bulunan Byron Howard ile Rich Moore’un yönettiği film, görsel açıdan çok zengin, renkli, canlı ve hayat dolu bir memeli hayvanlar uygarlığına götürüyor seyirciyi. Başta teknoloji seviyesi olmak üzere bizimkinden pek de farklı olmayan bir dünya burası. Aslında hayvanlardan çok insanlara dair bir öyküsü var filmin. Çiftçi bir ailenin kızı olan Judy Hoops, polis olmak isteyen minik bir tavşan. Sadece yırtıcıların ve iri hayvanların polislik yaptığı bir dünyada çocukluk hayallerinde ısrar ediyor. Okulu birincilikle bitirip Zootropolis’te polis olarak çalışmaya başladığında ise sadece toplumun katı önyargılarıyla değil, kendi içindeki korkularla da yüzleşiyor.

        ÜTOPİK BİR ŞEHİR

        “Zootropolis” öncelikle korkularla ilgili bir film... Hem çocukluktan kalan korkuların içten içe bizi nasıl yönettiğini hem de korkunun toplumu nasıl yönlendirebileceğini konu alıyor. Açılış sahnesindeki okul temsili, hayvanlar uygarlığının en zayıf noktasının altını çiziyor. Yırtıcıların yeniden vahşi doğalarına dönüp diğer türler üzerinde baskı kurma olasılığı, hayvanlar arasındaki barış ve anlaşmanın en büyük düşmanı... Öykü de bilinmeyen ellerin bu derin korkuyu uyandırması sonucunda yaşananlar üzerine kurulu. “DNA’lardaki gizli yırtıcılık” meselesi ise kuşkusuz ırkçılığın bir yansıması... Bütün memeli türlerinin barış ve eşitlik içinde yaşadığı Zootropolis, filmin orijinal adının da işaret ettiği gibi bütün insanların bir araya geldiği ütopik bir şehri simgeliyor. Bu ütopyanın, geçmiş düşmanlıklar ile sallantıya uğraması kuşkusuz çağımızda olup bitenleri yansıtıyor.

        SESLENDİRME BAŞARILI

        Tavşan Judy ile üçkâğıtçı tilki Nick arasındaki ilişki üzerinden bakarsak “Zootropolis” bir dostluk filmi aynı zamanda. Bu dostluk sayesinde Judy korkularıyla yüzleşirken, Nick de başkalarına olan güvensizlik sorununu aşmaya çalışıyor... Bir polisiye olarak da bakılabilecek “Zootropolis”, son yıllarda Hollywood’dan gelen birçok animasyon gibi küçük seyircilere doğru, düzgün mesajlar veren bir film. Bunu didaktik biçimde değil; sürükleyici, eğlenceli bir hikâye ve iyi yazılmış kahramanlar aracılığıyla yapıyor. Film hayvan karakterlere dayanan eski usul animasyonun naif estetiği ile hiper gerçekçi dijital efektlerin dünyasını yan yana getiriyor. Arka fondaki şehrin çarpıcı, yarı gerçekçi, etkileyici manzaraları hayvan karakterlerin şirinliğiyle buluşuyor... “Zootropolis” yılın en iyi animasyonlarından biri. Özellikle “tembel hayvanlar sahnesi” unutulacak gibi değil. Çocuklarınızla yan yana izlemenizi tavsiye ederim... Başta Aysun Topar ve Cem Yılmaz olmak üzere seslendirme kadrosunun da gayet iyi bir iş çıkardığını söyleyelim.

        Oyun içinde oyun

        İlk filmin ilk 25 dakikasındaki o müthiş tempoyu ve akışı unutamam. İlk saatin sonunda çekilen o “büyük numara”yı da... Finale kadar sürprizlerini saklama ve seyirciyi oyalama konusunda gerçekten başarı- lıydı 2013 yapımı “Sihirbazlar Çetesi” (Now You See Me). İllüzyonun doğası üzerine çekilmiş, “illüzyon”un kendisi olmayı hedefleyen bir filmdi... Dâhiyane gözbağcılık yetenekleriyle donatılmış genç illüzyonistlerden oluşan çetenin Robin Hood gibi zenginden alıp fakire vermesi de hoş bir fikirdi. İkinci film içinse aynı övgüleri yapmak zor. “Sihirbazlar Çetesi 2” (Now You See Me 2) aynı karakterlerle çekilen bir devam öyküsü. Kamu yararına yine büyük bir numara planlayan ekip, illüzyon yerine bilimi tercih eden “kötü adam” Walter Mabry’nin (Daniel Radcliffe) kurduğu tuzağa düşüyor; ekibin gizli lideri FBI ajanı Dylan Rhodes (Mark Ruffalo) da deşifre oluyor. Bunun üzerine, “oyun içinde oyun” kurup rakiplerini alt etmeye çalışırlarken film de akıp gidiyor. İlk filmi seyredenler için öykünün nasıl bir güzergâh takip edece- ğini tahmin etmek çok zor değil. Sonuçta her şey intikamla ilgili. Asıl zor olan ilk filmin tadını neden vermediğini bulmak galiba... Belki ilk filmin içinden bir hikâye çıkarıldığı, üstüne yeni bir şey eklenmediği ya da çetenin düzenlediği tezgâhlar ve oyunlar pek inandırıcı gelmediği için... Kesin olan, yeni filmin ilkinin “sihrine” sahip olmaması. Yönetmen Jon M. Chu’nun da aksiyon sahnelerinde çok iyi bir iş çıkardığını söylemek kolay değil. Yine de akıp giden öyküsü, hızlı temposu ve “Acaba ne olacak?” dedirten olay akışıyla rahat seyredilen bir film. Sürprizli, oyunlu filmlerden hoşlananlara önerilir. Özellikle Woody Harrelson’un iyi bir performans çıkardığını da belirtelim.

        Diğer Yazılar