Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Berlin Film Festivali’nde Altın Ayı alarak sürpriz yapan ‘Denizdeki Ateş’ (Fuocoammare), Afrika ve Ortadoğu’dan gelen mültecilerin teknelerle ulaşmaya çalıştığı İtalya’nın Lampedusa adasında geçen bir belgesel

        Mülteciler çağımızın en can yakıcı sorunlarından biri. Aşırı yoksulluktan, açlıktan, savaştan ve zorbalıktan kaçıyorlar. Tek istedikleri, Batı ülkelerine iltica etmek ya da kaçak göçmen olarak yaşamak... Bırakın vatandaşlığı, çalışma izni bile alamayacaklarını biliyorlar. En kötü işlerde çalışmaya; mülteci kamplarında, varoşlarda, sokaklarda yoksulluk sınırında bir hayat sürdürmeye razılar. Ve tüm bunlar için ölümü dahi göze alıp dünyanın değişik ülkelerinden teknelere balık istifi binerek Avrupa’ya ulaşmaya çalışıyorlar. ‘Denizdeki Ateş’, birçok mülteci teknesinin ulaşmaya çalıştığı ya da ulaşamadan battığı, İtalya’nın 200 km açıklarındaki Lampedusa adasında geçiyor. İtalyan yönetmen Gianfranco Rosi filmi çekmeden önce adada birkaç ay geçirmiş ve oradaki hayatı yakından gözlemlemiş. Sonra da gözlemlediklerinden yola çıkarak bir senaryo oluşturmuş ve kendi kullandığı kamerasıyla adaya giderek çekim yapmış.

        ‘Denizdeki Ateş’, konulu film gibi önceden hazırlanıp prova edilen mizansenlerle çekilse de herkesin kendisini oynadığı, gerçekler üzerine kurulmuş bir belgesel. Dolayısıyla, bir hikâye anlatımından, gerilimden ya da akıcı dram sahnelerinden söz etmek mümkün değil. Rosi filmin büyük bölümünde adanın yerlisi 12 yaşındaki Samuele’i ve onun ailesinin hayatını gözlemliyor. Samuele’in sapan merakı, ailesinin üyeleriyle yaptığı konuşmalar, bir gözünde ortaya çıkan sorun nedeniyle yaşadıkları, yorumsuz bir şekilde aktarılıyor. Rosi bu bölümlerde adanın denizle, balıkçılıkla iç içe geçmiş kültürünü yansıtmaya çalışıyor. Ancak konuşma ağırlıklı ve dramatik çatışma içermeyen bu bölümler filmi yavaşlatıyor ve ilgiyi dağıtıyor. Belki de Rosi’nin amacı, şimdilik çok uzak görünseler de göçmenlerin uzun vadede ada folklorunun bir parçası olacaklarını ima etmek; mültecilerin ölüm kalım mücadelesiyle ada halkının gündelik hayatlarını karşılaştırmak... Samuele’in sapanla avlamaya çalıştığı kuşlarla olan ilişkisi ve final, bizi filmin kalbindeki düşünceye, yani bir canlının hayatının paha biçilmez değerine götürüyor...

        Rosi finale doğru mültecilerin film içindeki ağırlığını giderek artırıyor ve trajik sahneleri peş peşe sıralıyor. Nasıl şartlarda yolculuk ettikleri, bütçelerine göre teknede satın aldıkları yerleri, üstlerine bulaşan mazotu ve denizde boğulmanın dışında karşılaştıkları ölümcül sorunları belgesel tarzında yansıtıyor. Açıkçası filmin en etkileyici bölümleri de bu sahneler. Rosi’nin ada sakinlerinin dış dünyadan izole olmalarını ve yalnızlık duygularını görsel anlamda iyi anlattığı da söylenebilir.

        ‘Denizdeki Ateş’ duygu sömürüsünden, sansasyondan uzak durarak ele aldığı meseleleri inceliklerle ele almaya çalışan bir film. Öte yandan, sinemasal cazibe ve hareketten yoksun donuk ve ağır bir film olduğunu da söylemek zorundayım.

        Diğer Yazılar