Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Devlet kendisini tehdit edecek süper kötülere karşı, hapishanede tuttuğu süper kötülerden bir ekip kurmak isterse neler olur? Bu sorudan yola çıkan “Suicide Squad: Gerçek Kötüler” renkli karakterlerine karşın bir özel efekt şovu olmaktan öteye gidemiyor

        BİR süper kahraman filminden ne beklersiniz? “Bol miktarda özel efekt, yüksek prodüksiyon kalitesi, bir sürü çarpışma, patlama, tahribat sahnesi” diyorsanız “Suicide Squad”ı kaçırmayın, derim. Ama “Hikâye önemlidir” diyorsanız, gidin demekte tereddüt ederim. Yanlış anlamayın, derinlikli, sağlam; psikolojik ya da politik yan anlamlara sahip, çok katmanlı hikâye gibi lüks arayışlar içinde değilim. İlginç bir olay örgüsüne sahip, merakı sonuna kadar ayakta tutan, eli yüzü düzgün, sürükleyici bir öykü eksikliğinden söz ediyorum.

        SCOTT EASTWOOD NEREDE?

        Mezardan çıkan mumya tarzı fantastik filmlerle süper kahraman janrını birleştirmeye gayret eden “Suicide Squad”, çeşitli klişeleri “kes yapıştır” mantığıyla peş peşe sıralıyor. Aslında klişelerle dolu olsa dahi elinizde öyle bir senaryo olur ki, basit bir öyküyü bile çekici hale getirebilirsiniz. Ama yönetmen David Ayer’in yazdığı senaryo, birilerinin iterek yürütmeye çalıştığı bozuk bir otomobile benziyor. Deadshot (Will Smith) biraz ağır bassa da ana karakterin kim olduğu sorusunu pas geçmek gerekiyor. Kaldı ki, öyküye öylesine çok karakter dahil oluyor ki, film bittiğinde ismi jeneriklerde ön sıralarda yer alan Scott Eastwood’un kimi oynadığını hatırlamakta zorluk çekiyorsunuz. Filme karizmatik bir giriş yapan Joker’in (Jared Leto), ana hikâyeye ne gibi bir katkısı olduğunu anlamak kolay değil. Batman filmlerinin efsanevi Joker’i, sadece kendi hedefi peşinde koşarak ortalığı karıştıran bir yan karaktere indirgenmiş durumda. Mezardan çıkan “gerçek kötülerin” ikisi de karikatür seviyesinde. Birisi elektrikler saçıyor, diğeri bedeninden çıkan dumanlarla dans ederek dünyayı ele geçirmeye çalışıyor ve vakit buldukça insanları canavara çeviriyor. David Ayer, filmin kötülerini ve entrikayı, çocuklara yönelik animasyon TV dizilerinden almış sanki...

        AKSİYON VE GERİLİM ZAYIF

        Aslında kendimi biraz hikâyeye kaptırsam, karakterlerle duygu birliği kursam, olayların akışı gereği üzülüp sevinebilsem, emin olun tüm bunları rahatlıkla görmezden gelebilirim. Ama filmin tek bir anında bile perdede olup bitenlerle duygusal bir bağ kurduğumu söyleyemem. Hepsini geçtim, ağız tadıyla seyrettiğim bir aksiyon ya da gerilim sahnesi de yok. Bir yanda kılıçlı, sopalı, silahlı, bombalı, çatışma ya da dövüş sahneleri; diğer yanda, her karakterin komik olmak için uğraştığı diyaloglar. Arada, duygusal olarak dahil olamadığınız dramatik anlar da yaşanıyor elbette...

        MARGOT ROBBIE’YE YAZIK OLMUŞ

        Öte yandan, bir ana fikirden söz edebiliriz. “Adı kötüye çıkmış” olanların herkesten daha iyi ve fedakâr olabildiği bir dünya sunuyor film bize. Devlet, içeri tıktığı kötülerden daha kötü, hoşgörüsüz ve baskıcı mesela... Kötüler ise ya aşk ve kader kurbanı durumundalar ya da toplumun ötekileştirdiği yalnız insanlar... Aslında tüm bunlar çıkış noktası olarak kötü değil. Karakterlerin renkli ve ilginç oldukları da kesin. Ama “Sucide Squad” birbirinden kopuk, video klip gibi sahnelerle ilerleyen, duygusuz bir özel efekt şovundan öteye gidemiyor... Harley Quinn’i canlandıran Margot Robbie’nin arzulu ve coşkulu performansına ise yazık oluyor.

        Filmin notu: 4.5

        Diğer Yazılar