Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Başrollerinde Jake Gyllenhaal, Rebecca Ferguson, Ryan Reynolds’un oynadığı “Hayat” (Life), Mars’tan getirilen ve uzaydaki hayatın kanıtı olarak coşkuyla karşılanan bir canlının uzay istasyonunda yol açtığı korku ve gerilimi anlatıyor

        YAKIN gelecekteki uzay çalışmalarına, özellikle de Mars’a odaklanan bilimkurgu filmlerinden biri olan “Hayat” (Life), gerilimli bir kapsül kurtarma sekansıyla açılıyor. Şövalye ruhlu astronot Roy Adams (Ryan Reynolds), Mars’tan toprak numuneleri getirirken Dünya yörüngesindeki uzay istasyonuna çarpmak üzere olan aracı havada yakalıyor. Numunelerin içinden çıkan tek hücreli canlının coşkuyla karşılanmasının ardından film, süratle 1979 yapımı bilimkurgu klasiği “Alien”in rotasına giriyor... Farklı ülkelerden gelen 6 astronot, son derece tehlikeli bir yaşam formuna karşı hayatta kalma mücadelesi vermeye başlıyor.

        ‘ALIEN’İN ALTINDA EZİLMİYOR

        “Hayat”, saf gerilimden hiç vazgeçmiyor ve yaratıkla yerçekimsiz ortamda yaşanan yakın temasa ve fiziksel mücadeleye odaklanıyor. Astronotlar yaratıktan kurtulmak için uzay istasyonunda adeta kaçma kovalamaca oynayarak onu bir alanda izole etmeye ya da uzaya atmaya çalışıyorlar. Calvin adı verilen yaratıksa beslenmek, yaşamak için sürekli saldırıyor ve zekâsıyla astronotları şaşırtıyor. “Hayat” astronotların yaratığın zekâsına karşı verdiği bu yaşam alanı mücadelesiyle, esinlendiği “Alien”in altında ezilmemeyi başarıyor.

        PARANOYAYI BESLİYOR

        “Alien”da uzay gemisi, yaratığın kaybolduğu tekinsiz ve büyük bir evi andırır. Burada ise çeşitli bölmelerden oluşan istasyon, yaratığın her an her delikten çıkabileceği klostrofobik bir kâbusa dönüşüyor. “Hayat”ın zayıf yanı, ikinci yarıda masaya “sürpriz kartlar” sürerek hikâyeyi başka bir düzleme taşıyan “Alien” kadar derinleşemiyor oluşu. En çarpıcı yanı ise üstüne titrenen mikroskobik bir canlının gelişim sürecinde önce minik bir çiçeği sonra zarif bir deniz yıldızını hatırlatıp ahtapot benzeri bir canavara dönüşmesi... Aslına bakarsanız canavar, keşfetme heyecanı, bilim ve sevginin yanıltıcılığından doğuyor. Dolayısıyla filmin uzay çalışmalarına karşı paranoyakça bir tutumu kışkırttığı öne sürülebilir. Özellikle NASA’nın yüksek bütçesinin ABD’de tartışma konusu olduğu düşünüldüğünde bu korku daha da anlam kazanıyor.

        İLGİYE DEĞER BİR BİLİMKURGU

        Rhett Reese ve Paul Wernick tarafından yazılan senaryoda, yaratığın en önemli avantajı, ekipteki herkesin birbirinin hayatını kurtarmak istemesi... Dayanışma duygusunun işe yaramıyor olması, ilgiye değer bir nokta. Bu açıdan bakıldığında, uzayın keşfini yücelten ve tek bir insanın kurtarılmasını anlatan “Marslı”nın antitezi bir film seyrettiğimizi düşünüyorum... Jake Gyllenhaal’un canlandırdığı pilot David karakterinin Ortadoğu’daki savaşlarda öldürdüğü insanlardan duyduğu vicdan azabının ve dünyaya dönmek konusundaki isteksizliğinin de altını çizelim. Hazırlıklarına bir iki yıl önce başlanan filmin Trump döneminin “önce içerdeki sorunlarımıza odaklanalım” şeklinde özetlenebilecek dış politikasına ister istemez uyum sağladığı söylenebilir.

        Tüm bunlar bir yana, ortada gerçekten ilgiye değer bir bilimkurgu gerilimi olduğunu düşünüyorum. Yönetmen Daniel Espinosa, özellikle yaratığın ortaya çıktığı ilk sahnelerde bence çok iyi iş çıkarıyor. Ama final sahnesini dışarda tutarsak, son bölümde Calvin’e karşı verilen mücadelenin biraz tekrara girdiği kesin.

        Filmin notu: 7

        Diğer Yazılar