Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Biz memlekette bambaşka işlerle meşgulken, NASA önceki gün Mars’ta suyun mevcudiyetini açıkladı... Şimdi sırada vaktiyle hikâyelere ve filmlere konu olan canlıların, yani Marslılar’ın hakikaten mevcut olup olmadığının yahut bir zamanlar hakikaten yaşayıp yaşamadıklarının ortaya çıkarılması var!

        Mars’ı size bir başka tarafından, eski devirlerin efsaneleri yönünden anlatayım...

        İnsanoğlu, geçmişte “Merih” yahut “Mirrîh” dediğimiz Mars’ı her nedense kötü, uğursuz ve tam bir felâket tellâlı olarak görmüştür!

        Tapındığı yeryüzü tanrılarını zamanla göğe yükseltip gezegenlerle ve yıldızlarla eşleştiren eski zamanların insanları diğer birçok gök cismi gibi Mars’ı da tanrıları ile eşleştirmiş ve kızıl gezegen Yunan mitolojisinde tanrılar tanrısı Zeus’un oğlu “Ares” olmuş, Roma’ya da “Mars” diye geçmişti. Ares’in yahut Mars’ın özelliği asla rahat duramaması; savaştan, didişmekten ve mücadele etmekten zevk alması idi ve bu yüzden babası Zeus bile oğlundan pek hoşlanmamakta, anası Hera suratına bile bakmamaktaydı...

        MEDENİYETLER TURU

        Eski Yunanlılar, bu didişme merakı yüzünden Ares’i kendilerine “savaş tanrısı” yaptılar, secde ederek tapındılar ama kavgacılığından aslında onlar da pek hoşlanmadılar ve Ares’ten mümkün olduğunca uzak durmaya çalıştılar. Ares asırlar sonra Romalılar’ın dinine de girdi, tapındıkları dünya kadar tanrıdan biri ve yine “savaş tanrısı” oldu, “Mars” adını aldı ama bu defa çok sevildi!

        Zira, Roma’nın tabiatında savaş, kan ve talan vardı, yani Mars’ın sahip olduğu bütün özelliklere Romalılar da sahip gibi idiler ve Mars bu yüzden yere-göğe konamaz hâle geldi. Adına tapınaklar inşa edildi, şerefine şenlikler ve eğlenceler yapıldı, hattâ asırlar boyunca binlerce savaş esirinin Mars uğruna boğazlandığı da oldu!

        Bu kavgacı ve kan düşkünü tanrı sadece Yunan’da ve Roma’da kalacak değil ya, bu defa İran’ın eski milleti Pehlevîler’e gitti, orada “Verehram” ismini aldı ve yine bol bol kan döktürdü. Asırlar sonra Pehlevîler’in ardından gelen eski İranlılar’ın dinine de sızdı, ismi “Behram”a döndü ve tekrar zafer tanrısı oldu!

        İnsanoğlu artık tanrılarının sembolü olan kızıl gezegen için efsaneler uydurmakta, hikâyeler yazmaktaydı. Ares, Mars yahut Behram güya beşinci kat gökte yaşıyordu, cayır cayır yakan bir mizaca sahipti ama yakıcılığının yanısıra rutubeti de vardı, sıcaklığı yüzünden ölümü de temsil ediyordu ve bu sebeple uğursuzdu!

        GÖKYÜZÜNÜN İKİ BELÂLISI

        Ama, gökyüzünde ondan daha uğursuz bir “seyyare”, yani gezegen mevcuttu: “Zuhal”, yani Satürn!.. Araplar’ın “Mirrîh”, bizim de vaktiyle “Merih” dediğimiz Mars yahut Behram, Zuhal ile beraber gökyüzünün iki uğursuzu hâline geldi; Mars’a “Küçük Uğursuz”, Zuhal’e de “Büyük Uğursuz” dendi ve “ilm-i nücum”a yani yıldız falına göre ikisi aynı çizgide bulunduğu anda dünyaya gelmiş olanın kaderi de öylesine felâketlerle dolu olurdu ki, Allah korusun!

        Eskiler kızıl gezegen için daha neler uydurmuşlardı, neler... Askerlerin ve savaşçıların talihi Mars’a bağlıydı, salı günü ondan etkilenirdi ve her salı bu yüzden uğursuzdu, kızıl gezegenin cumartesi geceleri fena işler yapması mümkündü ve dolayısı ile dikkatli olmak lâzımdı. Bakır ile üçüncü diyârın ikliminin, koku alma duygusunun, insanoğlunun toprağı kazma gücünün, başta yalancılık olmak üzere bütün fena huyların ve yolculuk edip gurbete gitmenin ardında hep bu kızıl gezegen vardı!

        Behram, yani Mars o devrin sanatkârlarına da ilham vermiş, buluttan ata binmiş, sağ elinde kılıç taşıyan bir savaşçı veya miğferli, bir elinde mızrak diğerinde de kesik bir insan kellesi tutan kızıl parmaklı genç olarak çizmişlerdi...

        Mars hakkındaki bütün bu bilgileri, Abdülbaki Hoca’nın yetmiş küsur sene saklı kalan ve birkaç ay sonra yayınlanacak olan “Divan Edebiyatı Ansiklopedisi”nin “Mirrîh” maddesinden özetleyerek naklettim...

        Mirrîh yahut Mars hakkında daha öncekilere, yani Sümerliler ile eski Mezopotamya halklarına ait öyle efsaneler var ki, beter mi beter...

        O inançları da yazmak istedim ama yerim kalmadı, ileride Mars’ta yine böyle çarpıcı bir keşif yahut buluş yapıldığında mutlaka anlatırım...

        Diğer Yazılar