Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        ÇOCUKLUĞUM, siyasete yakın bir çevrede geçtiği için, küçük yaşlarda işittiğim bazı siyasî kavramlar hep hatırımdadır.

        Meselâ "Beyefendi" dendi mi Adnan Menderes kastedilirdi... "Merkezinden koyduranlar" adaylıkları genel merkezin veto ettiği siyaset heveslilerinin lâkabıydı... "Mücamele", Meclis'teki partilerin birbirleriyle didişmemeleri, iyi geçinmeleriydi... "Heyete çağırılmak" Demokrat Parti'nin basının başına musallat ettiği "Tahkikat Komisyonu"nda ifade vermekti... "Paşa" ise malûm, İnönü; "hizip" ve "hizipçiler" de Cumhuriyet Halk Partisi...

        "Beyefendi" ve "Paşa" emr-i hak sebebiyle artık yoklar, diğer kavramlar da tarihe mâloldu ama "hizip" hariç! Bu kadar ileri yaşına rağmen hâlâ hayatta, halâ dinç ve hâlâ faal... Öylesine faal ki, mütemmim cüz'ü yani tamamlayıcı ve ayrılmaz parçası olduğu Cumhuriyet Halk Partisi'ni bugün bile birbirine sokacak, darmaduman edecek gibi...

        ÇATIŞMALAR TARİHİ

        Yaşıtlarımın "CHP" dendiğinde sadece "hizip" kavramını hatırlaması son derece normaldir, zira CHP'nin son 30-40 senelik tarihi seçim zaferlerinden değil, parti içi çatışmalardan ibarettir.

        Partinin geçmişini şöyle bir düşünün, hatırınıza sadece Kırıkoğulları, Topuzlar, Ecevitler ve Baykallar, yani parti içi hiziplerin liderleri gelir. Rahmetli Ecevit'in de partinin başına İsmet Paşa ile sürdürdüğü "Ortanın solu" kavgasını ve 1972 kurultayındaki hizipler mücadelesini kazanması sayesinde geldiğini hatırlarsınız.

        CHP'nin Türkiye'nin çokpartili hayata geçişinden sonra hiçbir seçimden tek başına iktidar olarak çıkamamasının en büyük sebebi, işte böyle kendi kendini yemesidir!

        Son didişmenin ayrıntıları arasında benim dikkatimi en fazla çeken söz, eski genel başkan vekili Kemal Anadol'un "Babıâlî Baskını!" ifadesi idi.

        Kemal Anadol, adaşı olan Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu'nun yaptığı değişikliklerin bir "Bâbıâlî Baskını" olduğunu söylemiş, sonra da "Affı ve türbanı bize mi sordu?" demiş.

        Benzetmenin ne kadar yersiz ve yanlış olduğunu, yakın tarihi birazcık da olsa bilen hemen herkes farkedecektir:

        1913'ün 23 Ocak'ında yapılan Bâbıâlî Baskını'nın sebebi, iktidardaki Kâmil Paşa Hükümeti'nin Edirne'yi Bulgarlar'a, Ege Adaları'nı da Avrupa ülkelerine teslim edeceği söylentileri idi... Baskın, bir grubun CHP'de vârolan "Biraz daha hüküm sürelim" hevesiyle değil, altı asırlık Türk toprağı Edirne'yi kurtarmak maksadıyla yapılmıştı ve neticede Edirne kurtarıldı.

        SÂDÂBÂD YOLUNDA

        Kemal Anadol, CHP'nin iç didişmelerine tarihten bir örnek getirmek ihtiyacını hissediyorsa, "Lâle Devri"ni rahatlıkla misal gösterebilir. Üçüncü Ahmed'in iktidarı, padişaha yakın bir grubun memleketin dertleri ile hiçbir şekilde alâkadar olmadığı, vur patlasın çal oynasın bir hayat sürdüğü ve bu arada herkesin birbirini yediği yıllardır.

        Bugünün CHP'sinde olduğu gibi...

        Partideki "Kadınlar Saltanatı" birkaç ay önce son bulmuştur ama Lâle Devri hâlâ devam etmektedir. İktidara gelmeyi senelerden buyana zaten düşünmez olan CHP yöneticileri artık ana muhalefet partisi olduklarını bile unutmuş, memleket meselelerini bir yana bırakmışlardır. Ama, koltuk ve örgüte hâkimiyet merakında Lâle Devri'ndeki iç didişmelere bile rahmet okutmaktadırlar.

        Kemal Anadol, dün "Kılıçdaroğlu türbanı bize mi sordu?" demiş...

        Burada, İsmet Paşa'nın 29 Mayıs 1953 günü İstanbul'da CHP'nin Kadınlar Kolu üyeleri ile çektirdiği bir fotoğrafı yayınlıyorum.

        Dikkatle bakarsanız, CHP'li hanımlar arasında bazılarının başının örtülü olduğunu, hattâ bir hanımın üzerinde de çarşafa benzer bir giysinin bulunduğunu görürsünüz.

        Anadol'un sözünü ettiği tehlikeyi koskoca İsmet Paşa bile farkedememiş, öyle mi?

        Diğer Yazılar