Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Tüketimi teşvikten ve annesi hayatta olmayanları hüzünlendirmekten başka bir işe yaramayan Anneler Günü’nüz kutlu olsun! Oldum olası antipati duyduğum bu “Anneler Günü” münasebeti ile tarihlerde evlâdının gözünü oyup canını aldığı için yer bulan ama isimleri artık pek hatırlanmayan bazı canavar kadınlardan bahsetmek istedim...

        ANNELER Günü’ne karşı, oldum olası antipati duymuşumdur. “Evlâtlar annelerini senenin belli bir gününde daha çok sevmeye ve sevgilerini göstermek için de hediye almaya mecburdurlar” gibisinden tüketim ekonomisinin eseri olan bu tuhaf âdetin benim için benimsenecek bir tarafı yoktur. İşin maddî tarafını bir tarafa bırakın ve annesizlerin, hele annelerini yeni kaybetmiş olanların böyle bir günde çektikleri elemi düşünün... Artık tüketimden de öte israf ekonomisinin vasıtası halini almış olan “Anneler Günü”nün onlar için nasıl bir ruhî eziyete döndüğünü daha iyi anlarsınız...

        AYAKLARININ ALTI ÖPÜLMEZ

        Perakende satışların “anne” kavramının istismarı ile zirveye ulaştığı bugün sizlere başka türlü annelerden, Peygamber’in “Cennet anaların ayakları altındadır” sözüne lâyık olmayan, cennetin yeşilliklerine değil, cehennemin kızgın taşlarına doğru yürüyen elleri kanlı validelerden bahsetmek istedim. İşte, onlardan biri: Bizans İmparatoriçesi Atinalı İrene... İrene, Yunanistan taraflarından İstanbul’a gelen asil ama fakir bir ailenin kızı idi. 752’de doğdu, annesiyle babasını küçük yaşta iken kaybetti. Çok, hattâ aşırı güzeldi, bu güzelliği sayesinde saraya alındı, Bizans İmparatoru Dördüncü Leo ile evlendi, veliahd Konstantin’i dünyaya getirdi ama beş sene sonra dul kaldı ve Bizans’ı oğlu Konstantin’in nâibesi olarak senelerce tek başına idare etti.

        YAŞLANDIKÇA FENA AZDI

        Konstantin büyüyüp imparatorluğa hâkim olmaya kalkışınca İrene’nin aklı başından gitti, iktidar ve güç tutkusu yüzünden ne yaptığını bilemez hâle geldi ve 27 yaşında olan oğlunun gözlerine mil çektirdi. Oğlu birkaç hafta sonra öldü ve İrene, Bizans tarihinin ilk ve tek “kadın imparatoru” oldu. Artık dost, akraba, tanıdık yahut iyi devlet adamı demeden önüne çıkan herkesi teker teker öldürtüyor, gücünü daha da arttırıyordu... Bizans’ın en önemli meselelerinden olan ve tarihlere “ikona kırıcılık” diye geçen dini tartışma, yani din büyüklerinin resimlerinin yapılıp yapılmaması kavgası, İrene’nin iktidar senelerinde zirveye çıktı ve İrene ikonaların yerlerinde kalmasını isteyenlerin tarafını tuttu. Eskiden konmuş olan ikona yapma yasaklarını da kaldırınca din adamlarının ve halkın bir kesiminin gözünde çok önemli bir yer edindi. Ama, ekonomik sıkıntılar arttıkça arttı ve İrene’nin sonunu da bu sıkıntılar getirdi. 802 yılında patlayan bir isyanda tahttan indirildi, gizli âşığı olduğu söylenen Maliye Bakanı Nikiforos imparator ilân edildi; İrene önce Büyükada’ya, oradan da Limni’ye sürgüne yollandı ve bir sene sonra Limni’de öldü. Ortodoks Kilisesi ise, iktidar hırsı yüzünden oğlunun bile gözlerini kör edip canını alan İrene’nin hatırasını yüceltmeyi gücünü devam ettirebilmenin çaresi olarak gördü ve eli kanlı imparatoriçeyi bütün yaptıklarını gözardı ederek “azize” ilân ettiler... Topkapı Sarayı’nın hemen yanıbaşında bulunan ve bugün İstanbul’un en seçkin konser mekânlarından olan Aya İrini Kilisesi, adını evlâd katili olan işte bu Bizans imparatoriçesinden alır...

        Wou Çao gibi annelerin ayaklarını değil öpmek, kırmak bile az gelir!

        WOU Çao, Çin sarayına 638’de cariye olarak alınıp İmparator Gao Dzung’un yatağına girdiğinde henüz 13 yaşındaydı... Aklında sadece iktidarı ele geçirmek vardı ve maksadına ulaşabilmek için her adımını gayet dikkatli ve kanlı bir şekilde attı.

        BEBEĞİNİ GÖZÜNÜ KIRPMADAN BOĞDU

        14 yaşında iken bir kız çocuk dünyaya getirdi ama iktidara tırmanabilmek için çocuğunu öldürmeyi bile göze aldı. Bebeğini kendi elleri ile boğdu, cesedi kocasının bulmasını sağladı, suçu imparatorun resmî karısı olan Çin İmparatoriçesi’nin üzerine attı, kendini yerden yere vurarak “Yavrumu senin karın öldürdü” dedi ve imparatoru karısından soğuttu. Artık iktidar yolunda ilerlemeye başlamıştı... Bir büyü senaryosu hazırladı, imparatoru karısının büyücü olduğuna ve herkesi öldürerek tahtı ele geçireceğine inandırdı, imparator resmî karısının elleriyle ayaklarını kestirip idam ettirdi ve Wou Çao, 655’te Çin İmparatoriçesi oldu. Karşısında artık hiçbir güç kalmamıştı... Kocasına yaklaşmaya çalışan her kadını yoketti, hattâ kendi kızkardeşini bile imparatorun yatağına girmeye çalıştığı iddiasıyla öldürttü. İmparatorun devâ bulmaz bir hastalığa yakalanması üzerine idareyi tamamen eline aldı, oğullarından birini veliahd yaptı ama günün birinde kızıp sürgüne gönderdi, sonra bir diğer oğlunu tahta çıkardı fakat kısa bir müddet sonra onu da zindana attırdı ve tek başına hüküm sürmeye başladı. Wou Çao iktidarını kan üzerine kurmuş olmasına rağmen iyi bir idareciydi ve Çin’in bugüne kadar devam eden birliği de onun eseriydi... Ama, seneler geçtikçe imparatoriçeye bir haller geldi ve Wou Çao delikanlılara merak saldı. Bir gecede birkaç gençle beraber olmaya, üstüne üstlük devlet işlerini de ciddiye almamaya başladı. Generaller artık seksenine merdiven dayamış olan Wou Çao’yu 705 yılının 20 Şubat’ında tahtından indirip bir manastıra kapattılar ve kanlı imparatoriçe orada dokuz ay yaşadıktan sonra ölüp gitti...

        Valide Sultan’ın iyisi oğluna el sürülmemiş cariye ikram edenidir

        TV dizileri sayesinde, Osmanlı tarihindeki eli kanlı kadınların öykülerini artık bilmeyen, öğrenmeyen kalmadı... İktidar hırsı yüzünden kocası Kanunî Süleyman’ın ilk karısından olan oğlu Mustafa’yı ortadan kaldırtan Hürrem’den ve öz oğlu İbrahim’in öldürülmesini teşvik edip torunuMehmed’i de öldürtmek üzere iken kendi canından olan Mahpeyker Kösem Sultan’dan bahsediyorum...

        GENÇ BİR GÜRCÜ KIZI

        Ama, Osmanlı tarihinde böyle bir-iki istisna dışında herşeylerini oğullarına vakfetmiş olan dünya kadar valide sultan da vardı. Meselâ, İkinciMahmud’un karısı ve Sultan Abdülmecid’- in annesi olan Bezmialem Valide Sultan... 19. asrın ilk senelerinde Kafkasya’da dünyaya geldi. Gürcü’ydü, çocukken İstanbul’a getirilip saraya satıldı ve hareme kondu. Güzelliği zamanın hükümdarı İkinci Mahmud’un alâkasını çekti ve hükümdardan Şehzade Abdülmecid’i dünyaya getirdi.

        ÖYLE BİR VAKFİYE Kİ...

        Oğlunun 1839’da tahta geçmesi üzerine “imparatoriçe” demek olan “Valide Sultan” unvanını aldı ve 1853’ün 2Mayıs’ındaki ölümüne kadar oğlunun üzerine titredi. Bezmiâlem Valide Sultan, ardında çok sayıda hayır eserinin yanısıra, Osmanlı tarihinin en zengin vakıflarından birini bıraktı. İstanbul’da bugün hâlâ faaliyet gösteren BezmiâlemVakıf Gureba Hastahanesi’ni 1843’te o inşa ettirdi, hastahaneyi ileride malî sıkıntı çekmemesi için zengin kaynaklardan beslenen bir vakıf haline getirdi. Terkos Gölü de BezmiâlemValide’ye aitti ve gölün bütün gelirini Gureba’ya verdi. Hastahanenin bitişiğindeki cami, Dolmabahçe Camii, Cağaloğlu’nda şimdi “Anadolu Lisesi” adıyla eğitimyapan eski İstanbul Kız Lisesi, Akaretler’deki Valide Çeşmesi, Kasımpaşa, Silivrikapı, Topkapı ve Tarabya çeşmeleri, hattâ ilk Galata Köprüsü, onun hayır eserlerinden sadece birkaçıydı. Vakıf senedini hukukî bakımdan öylesine sağlam yazdırmıştı ki, bu inanılmaz zenginlikteki vakfına göz dikenler yüz küsur seneden beri, hatta bugün bile büyük çaba göstermelerine rağmen, vakfiyeyi bir türlü çözdüremiyorlar... BezmiâlemValide, kırk küsur senelik hayatında sadece iki şeyi sevdi: Hayır işlerini ve oğlu Abdülmecid’i... Oğluna olan sevgisi, ona kendi elleriyle cariye hazırlayıp gönderecek derecedeydi. Burada, Valide Sultan’ın oğlu Sultan Abdülmecid’e yazdığı ve rahmetli Haluk Şehsuvaroğlu tarafından bundan yarımasır önce yayınlanmış birmektubunu görüyorsunuz. Bezmiâlem Valide, samimi bir üslupla ama bozuk bir imlâ ile hükümdar oğluna bakın neler yazmış: “Benim arslanım, bir cariye hazırlamış( tım). Çabuk kalkmadığınızdanmeksolundu (beklendi). Makbul sureti göster efendim. ‘Acaba hazzedermi?’ (Beğenir mi, zevk alırmı) diye pek üzülüyor. Benimgüzelim, şimdi görseniz güzel olur. Benimyanımdadır. Gündüz gözü ile gör. Hazinedarlar ile gönderirim”. Bumektubu okuyup da “Osmanlı işte böyleymiş! Zaten bu yüzden battık!” gibisinden alışıldık terânelere başlayacak olanlara hatırlatayım: O devirlerde Avrupa hanedanlarını kırıp geçiren frengi illeti, İstanbul Sarayı’na bu gibi tedbirler sayesinde girememiştir!

        Diğer Yazılar