Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Kendi kürtajlarını kendileri yapmak isteyen kadınlarımız asırlar boyunca nelerden medet ummuşlardı bir bilseniz! Parası olanı avuç avuç safran yer, orta halli ile fukarası da kapı kapı dolaşıp kaz tüyü arardı...

        Bu topraklarda, istenmeyen hamileliğe son vermenin ilk çaresi olarak, asırlar boyunca öncelikle kaz tüyünden medet umuldu. Çaresiz kalan kadınlarımız gerçi çivi, şiş ve ucu sivriltilmiş sopalar da kullandılar ama kaz tüyü, geleneksel kürtaj âletlerinin hep ilk sırasında yeraldı. Kürtajın yasaklanması ihtimali, bana eskilerin “Kadınlar düşük yapmak yerine hamile kalmamak için ayı ödü sürsünler” diye yazmalarını hatırlattı.

        Günlerden buyana kürtajın cinayet olup olmadığı ve yasaklanıp yasaklanmaması meselesini tartışıyoruz ya... Gidişata bakılırsa kürtajın yasaklanması ve yapılmasına sadece çok sınırlı durumlarda izin verilmesi ihtimali bulunuyor ve doğurmak istemeyen bazı hamile hanımlar bundan böyle etrafta “kaz tüyü” arayacaklar gibi görünüyor...

        LİSTENİN HEP BAŞINDAYDI

        Bu topraklarda, asırlardan buyana istenmeyen hamileliğe son vermenin yani çocuğu düşürmenin en kolay yolunun kaz tüyü olduğuna inanıldı. Gerçi parası bol olan hanımlar bu iş için avuç avuç safran yediler ama vakti zamanında çaresiz kalmış kadınlarımızın çoğu çivi, şiş ve ucu sivriltilmiş sopalar gibisindenmalzemedenmedet umdular! Bu işe kendi başlarına kalkışacak olanların çoğunun hayatlarını kaybetmeleri ihtimali şimdi yeniden gündeme geldi ve kaz tüyü bu geleneksel kürtaj âletleri listesinin yine en başında!

        Hamileliklerine son vermek isteyen kadınlar arasındaki ölüm oranı eski zamanlarda çok daha yüksek olduğu için, o devrin doktorları çivi yahut kaz tüyü kullanılmasına gerek bırakmamak maksadıyla hamileliği önlemeyi teşvik etmişler, bunun için türlü türlü ilâçlar denemişler ve bu ilâçları kaleme aldıkları eserlerde de yazmışlardı...

        İşte bu terkiplerden biri: 13. asırda yaşayan ve İslamtarihinin en büyük astronomlarından biri olmasının yanısıra tıp ile uğraşan Nâsıreddîn-i Tûsî’nin tavsiye ettiğimetod: Ayı ödü ile karıştırılmış razaki üzümü suyu... Sözünü ettiğimterkip, Nâsıreddîn-i Tûsî’nin kaleme aldığı “Bahnâme”de geçiyor... Önce, “Bahnâme”nin ne olduğunu anlatayım: “Cinsel konulardan bahseden kitap” demektir. Cinsel konularda kitaplar yazılması, doğu ülkelerinde asırlar öncesine uzanan bir gelenektir. Türkçe olarak kaleme alınmış ilk bahnâmeler Hintliler’inmeşhur “Kama Sutra”ları kadar eski ve renkli olmasalar bile, yine de yüzyıllar öncesine dayanırlar.

        MUZAFFER’İ KURTARMAK İÇİN

        Bahnâmeleri yazanlar, öyle sıradan kişiler değillerdir! Aralarında, İslamtarihinin en ünlü bilimadamları,meselâ 1037’de ölen büyük tıp âlimi İbni Sina ile 1201 ile 1274 arasında yaşamış olan ve astronominin babalarından sayılan Nâsıreddîn-i Tûsî de vardır ve özellikle Tusî’nin kitabı, bu konunun klasiklerinden sayılır.

        Tarihi böyle yüzyıllar öncesine uzanan bahnâmeler, 15. yüzyıla kadar cinsel gücün arttırılma yollarını ve ilişkiden daha fazla zevk alınmasını sağlayacak usulleri anlatan ve çeşitli ilâçlardan bahseden birer tıp kitabı idiler ama konuları zamanla değişikliğe uğradı.

        Cinsel sağlıkla hemen hemen hiçbir ilgileri kalmadı ve değişik birleşme usullerini anlatan pozisyonlar kitabı hâlini aldılar. Tıbbîmaksatlarla yazılmış olan bahnâmeler, genellikle dönemin sultanların emirleri üzerine kaleme alınmışlardı ve Nâsıreddîn-i Tûsî’nin aslı Farsça olan eserini de İlhanlı hükümdarı GazanMahmud Han emretmişti. Hükümdarın oğlu Muzaffer’in etrafında dünyanın en güzel kızları vardı, genç şehzade onlarla gününü gün etmedeydi ama birdenbire gücünü kaybetti!

        Saraydaki tabiplerMuzaffer’i günler boyumuayenelerden geçirip türlü türlü ilâçlar verdilerse de derdine devâ olamadılar.Muzaffer, artık hiçbir şeyden zevk almaz hâle gelmişti... Bunun üzerine, o zamanın en büyük tıp âlimlerinden olan Nâsıreddîn’e müracaat edildi veMuzaffer’in eski gücüne kavuşmasının çarelerini gösteren hacmi küçük ama faydası büyük bir kitap hazırlaması, kitaba cinsel bakımdan faydası olan her türlü ilâcın formülünü yazması emredildi. Asıl işi astronomluk olan Nâsıreddîn bu konuda kendisinden önce kaleme alınmış bütün eski kitapları inceledi, zamanındaki uygulamaları da gözden geçirdi ve istenen kitabı hazırlayıp saraya sundu.

        Nâsıreddîn-i Tûsî’nin yazdığı reçetelerin GazanMahmud Han’ın oğlu Muzaffer’i yeniden eski gücüne kavuşturup kavuşturmadığı konusunda bugün herhangi bir bilgiye sahip değiliz ama Nâsıreddîn’in “Bahnâme-i Şâhî” yahut “Bahnâme-i Padişah” diye bilinen eseri asırlar boyunca elden ele dolaştı. Yazılmasından üç asır sonra, Osmanlılar zamanında Selâhaddin adında bir Türk tarafından Farsça’dan Türkçe’ye tercüme edildi ve Selâhaddin’in tercümesi, Türkçe’deki ilk bahnâme oldu.

        17. FASILDA YAZILANLAR

        Eski Anadolu Türkçesi ile olan; bir önsöz ile 18 fasıldan, yani bölümden meydana gelen Bahnâme-i Şâhî’nin 17. faslında kadınların hamile kalmalarını engellemeye yarayan ilâçlardan bahsediliyor. NâsırEddîn o devrin düşünce ve inanç biçimleri gereği çocuğun düşürülmesini yahut aldırılmasını hatırına bile getirmiyor ve bunun yerine kadının hamile kalmasını önlemeyi esas alıyor...

        İşte, Nâsıreddîn-i Tûsî’nin bahnâmesinin 15. yüzyıl Anadolu Türkçesi- ’ne tercüme edilmiş olan ve şimdi özel bir kolleksiyonda bulunan bir nüshasında hamile kalmayı önleyen ilâçların anlatıldığı 17. faslında günümüz Türkçesi ile yazılanlar:

        AYI YOKSA SIĞIR VAR

        "17. FASIL: Şu ilâçları beyân eder ki, avratlar hiç hamile kalmayalar ve daima kız oğlan kız gibi olalar: Ayı ödünü razakı üzümünün suyuyla karıştıralar, içerisine birmiktarmisk katalar ve avrat bunu ilişkiye girmeden önce temiz bir bez ile süre. Kız oğlan kız gibi olur ve hamile kalmaz."

        Diğer bir tarif: Sığır ödünden bir miktar ve kuzu ödünden de birmiktar alıp beraberce susamyağı ile karıştıralar ve avrat önceki tarifte yazıldığı şekilde sürüne. Asla hamile kalmaz!”.

        Eskilerin bebeğin düşürülmesi yahut aldırılması için kullandıkları “ıskat- ı cenin” kavramının Osmanlı zamanındaki hukukî boyutunu da, aşağıdaki kutuda okuyabilirsiniz...

        Osmanlı’nın büyük dertlerinden biri: ‘Iskat-ı cenin’, yani kasıtlı düşürme

        OSMANLI hukukunda hamileliğin kürtaj yahut kasıtlı düşürme gibi tabii olmayan bir şekilde sona ermesine “ıskat-ı cenin” denirdi ve bu iş suç sayılırdı. “Iskat-ı cenin” hakkında son senelerde arşiv belgelerine dayanan bazı önemli yayınlar yapıldı ancak bu araştırmalar akademik dergilerin sayfaları arasında kaldığı için kürtaj tartışmalarının Türkiye gündeminin ilk sırasına yerleştiği bugünlerde bile gözlerden uzak kaldılar ve yazılanlardan tarihemeraklı dar bir grup dışında pek kimse haberdar olmadı...

        İŞTE, YAYIN LİSTESİ

        Merak edecek olanlar için, bu araştırmalardan bazılarını ve yayınlandıkları yerleri veriyorum:  Akdeniz Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü hocalarından Araştırma Görevlisi Fatma Şimşek, Doç. Dr. Haldun Eroğlu ve Araştırma Görevlisi Güven Dinç’in ortak makaleleri: “Osmanlı İmparatorluğu’nda Iskat-ı Cenin”. Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi’nin 2009 Kış sayısında çıkan ve çok sayıda arşiv belgesi ile desteklenen makale, bu konuda görebildiğimen geniş kapsamlı araştırma idi. 

        Fırat Üniversitesi Yakınçağ ve İktisat tarihi hocasıMustafa Öztürk’ün Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi’nde 1987’de yayınladığı araştırması:

        “Osmanlı Döneminde Iskat-ı Ceninin Yeri ve Hükmü”.  Selçuk Akşin Somel’in “Kebikeç” dergisinin 2002’de yayınlanan 13. sayısındakimakalesi: “Osmanlı Son Döneminde Iskat-ı CeninMeselesi”.  Ahmet Hezarfen’in “Tarih ve Toplum” dergisinin 2011’de çıkan 207. sayısındaki “Bazı Belgelerin Işığında Iskat-ı Cenin ve Hayat Kadınları” başlıklı araştırması. Bumakaleler incelendiğinde ortaya çıkan netice ise, şöyle: “Kürtaj” ve “düşürme” kavramlarını da içerisine alan “ıskat-ı cenin ameliyesi”, Osmanlı İmparatorluğu’nda yasaktı.

        Tanzimat dönemine yani 19. yüzyılın ikinci yarısına kadar padişah fermanlarıyla ve dinî hükümlerle engellenmesine çalışılmış, Tanzimat’ın ilânından sonra da ceza kanununda “suç” olarak yeralmıştı. Devletin ıskat-ı cenine karşı olmasının iki sebebi vardı: Çocuk aldırmanın yahut düşürmenin dinen yasak olması ve imparatorluktaki Türk nüfusun azalmaya başladığının farkedilmesi...

        ÇOK ÇOCUKLUYA AYLIK

        Yönetim, o senelerdeki bitmeyen savaşların ve salgın hastalıkların yanısıra geçimsıkıntısı çeken ailelerin sık sık çocuk aldırmalarını da nüfusun azalmasının ana sebepleri olarak görmüş, ıskat-ı cenin yaptıranlarla beraber bu işe yardımedenleri de cezalandırmış ve düşürülen ceninin ikiz olması hâlinde cezalar iki kat ağırlaştırılmıştı. Çok çocuklu ailelerin çocuk aldırmalarınamâni olabilmek için bir ara dörtten fazla çocuğu olanlara otuzar kuruş aylık bile bağlanmış ama ıskat-ı cenin bir türlü engellenememişti.

        Iskat-ı cenin konusunda 19. yüzyılın sonlarına doğru bir yumuşamaya gidildi ve henüz on haftaya gelmemiş yani henüz belirginleşmemiş olan bebeği aldıranlara ceza verilmemesi görüşü ağır bastı. Konu, Hukuk Fakültesi’nde okutulan Kanun Mecmuası’nın 137.maddesinde “Gurre’nin lüzumunda ceninin müstebinü’l-hilkat olması şarttır. Binaenaleyh henüz azası belirmemiş olan cenin için gurre lâzımgelmez” yani “Ceza olarak tazminat alınabilmesi için ceninin organlarının belirlenmiş olması şarttır.

        Dolayısı ile organları henüz ortaya çıkmamış olan cenin için tazminat gerekmez” diye geçiyordu. Kürtaj ve kasıtlı olarak düşük yapma konusunda eski uygulamayı ve cezaları merak edenler, yukarıda künyelerini verdiğimmakaleleri bulup okudukları takdirde derinlemesine bilgi sahibi olabilirler...

        Ama geçmişte bu işi İstanbul’da meslek haline getirenler ile bazısı yabancımemleketlerin vatandaşı olan ve Osmanlı Hariciyesi’nin bile söz geçiremediği “düşük uzmanları” da vardı ki, onlar da ayrı bir bahis... Günün birinde belki onlardan da bahsederim...

        Diğer Yazılar