Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        İSTANBUL Bilgi Üniversitesi’nin Eyüp’teki kampusunda geçenlerde yapılan “One Love” müzik festivali ortalığı karıştırdı. Konserde bira ikram edileceğinin duyulması üzerine başlayan tepkiler arttıkça arttı, festival iptal edilmedi ama sponsor şirket çekildi ve bira dağıtımından vazgeçildi. Eyüp’te böyle bir festival yapılmasının makul bir iş olup olmadığı ve yaşanan gerilimin karşılıklı tepkilerin boyutlarını nerelere kadar götürdüğü konusuna temas etmeyecek, işin bu tarafına ileriki günlerde köşemde yer vereceğim; bugün ise bilmediğimiz yahut artık tamamen unutmuş olduğumuz bir başka konuyu hatırlatacağım: Tepki ile karşılaşan “biralı festival” gibisinden işlerin yapılmasına Eyüp’te asırlar öncesinde kalkışıldığını ama hiçbir zaman izin verilmediğini, meseleye bizzat devletin el koyduğunu ve Eyüp ile birarada düşünülmesinin bile imkânsız kabul edildiği bazı işlerin sert şekilde cezalandırılmış olduğunu...

        İKİNCİ SELİM’İ KIZDIRDILAR

        Eyüp, İstanbul’un uhrevî bir havanın teneffüs edildiği semtlerinin asırlar boyunca hep ilk sırasında yeralırdı. Sebebi ise mâlûm: Ebâ Eyyube’l-Ensârî’nin burada yattığına inanılması, hatırasına inşa edilen camiin burada olması, türbenin etrafının okullarla ve medreselerle çevrili bulunması ve semtin “protokol mekânı” kimliği taşıması, yani padişahların kılıç kuşanma merasimlerinin bile asırlarca Eyüp’te yapılması... Ama, semtin bu özelliklerini son festival meselesinde olduğu gibi gözardı edenler tarih boyunca vâroldular, Eyüp’ün geleneği ile bağdaşmayan ve içkiden fuhuşa, çalgılı âlemlerden kumara kadar bazı işler yapmaya kalkıştılar... Şimdi sivil grupların verdiği tepkiyi o zaman devlet gösterdi ve semtte alışılmışın dışında iş yapmaya kalkanların her seferinde tepelerine bindi...

        Osmanlı zamanında aralarında nikâh bulunmayan kadınla erkeğin biraraya gelmesinin önü bütün takiplere ve cezalara rağmen bir türlü alınamamış, sarayın çıkarttığı her fermana karşı diğer taraf mutlaka bir yol bulmuş, faaliyeti kesintisiz şekilde Eyüp’te bile devam etmişti... Bu iş için devreye önce kadınların, bekâr erkeklerin çamaşırlarını yıkadıkları çamaşırhaneler girdi. Kucağında bohçasıyla gelen erkeğin içeride sadece çamaşırla değil başka işle uğraştığı anlaşılınca, İkinci Selim, 1573’te Eyüp’teki kadınların bekâr erkeklerin çamaşırlarını yıkamasını yasakladı.

        O DEYİM BURADAN GELİR

        Çamaşırhanelerin yerini, bu defa kaymakçı dükkânları aldı. Dükkânlara ayrı ayrı giren kadınlarla erkeklerin sadece kaymak yemekle kalmadıkları tesbit edildi ve İkinci Selim yine bir ferman çıkardı: Kadınlar artık kaymakçı dükkânlarına giremeyeceklerdi... Yasak bir başka netice daha verdi: Türkçe, başka bir mânâda, benzetme olarak kullanılan “kaymak” sözünü işte bu yasak sayesinde kazandı...

        HER TÜRLÜ İŞİ YAPMIŞLAR

        Ama, Eyüp’ün derdi sadece çamaşırhaneler ve kaymakçı dükkânları değildi. Semt kahvehanelerle, eğlence mekânlarıyla dolmuştu, sokaklarında kumar oynanmada, eğlence müziğinin nağmeleri etrafı sarmada ve bazı evlerde şarap içilmedeydi. Başka mahallelerden gelme kadınlar kiraladıkları evlerde fuhuş yapıyor, esnaf da geleni geçeni kazıklıyordu.

        İMAMLA MÜEZZİNE GÖREV

        İkinci Selim, bütün bu işlerin önlenmesi için bir başka ferman daha çıkaracaktı... Semtin derhal eski hâline getirilmesini buyurdu: Şehrin emniyetiyle görevli olanlar Eyüp’ü böyle kötülüklerden temizleyecekler, fahişeler ve fena iş edenler yakalanıp mahkemeye çıkartılacak, imamlarla müezzinler bundan böyle mahallelerine daha fazla göz kulak olacaklar ve semt Hazreti Eyyûb’un ismine lâyık hale getirilecekti... Bu sayfada, Eyüp’ün düzene sokulması için 16. asırda çıkartılan bazı fermanların günümüz Türkçesi’ne nakledilmiş tam metinleri yeralıyor...

        İkinci Selim’in kaymakçı fermanı: ‘Hatunlara sahip olun yoksa karışmam!’

        “EYÜP Kadısı’na emirdir: Huzuruma yazı gönderip Eyüp’teki Cami-i Kebîr Mahallesi’nde yeni inşa edilen okulların yakınlarında bulunan dükkânların, ekmekçi fırınlarının ve bostanların birçoğunda keferelerin âlem yapıp çalgı çalarak ve oyunlar oynayarak mahalle halkını işinden-gücünden alıkoyduklarını, dindarların Kur’an okumalarına ve ezanı işitmelerine bile engel olduklarını bildirmişsin. Ayrıca, bazı kadınların kaymak yemek bahanesiyle kaymakçı dükkânlarına girerek erkeklerle biraraya geldiklerini ve şeriata aykırı vaziyette bulunduklarını da yazmışsın. Dinimize aykırı olan bu vaziyete derhal son verilmesi gerekir ve ihmali asla câiz değildir!

        ‘MAZERET KABUL ETMEM!’

        Dolayısıyla, buyurdum ki: Bundan sonra daha dikkatli olup kaymakçı dükkânlarında ve bostanlarda bu gibi hallere meydan vermeyesin. Hatunların kaymakçı dükkânlarına kaymak yemek bahanesiyle girmelerini önlemek için dükkân sahiplerine sıkı tenbihlerde bulunup kadınların girmelerini hemen yasaklatasın. Eğer senin tenbihinden sonra kadınlar dükkânlara girmeye devam edecek ve dükkân sahibi de onlara engel olmayacak olursa hepsini gayet şiddetli şekilde cezalandırasın. Bu emrimin yerine getirilmesinde azamî şekilde gayret gösterip ihmalden kaçınasın. Huzuruma yazı ile arzettiğin hadiseler bu şerefli emrim doğrultusunda nihayete ermez ise, hiçbir mazeretin kabul edilmeyecektir. Bilmiş olasın ve ona göre hareket edip ihtimam göstermekten bir an bile kaçınmayasın! 23 Mayıs 1573 (Ahmed Refik’in “16. Asırda İstanbul Hayatı” isimli eserinden)”.

        ‘Eyüp’teki azgınlıklar böyle devam ederse gelir, hepinizi haklarım!’

        İKİNCİ Selim, 27 Ekim 1567’de Eyüp Kadısı’na gönderdiği bu fermanında “Akıllarını başlarına almazlarsa bu işin sonu çok fena olur!” diyordu: “Eyüp Kadısı’na emrimdir: Hazreti Ebâ Eyyube’l-Ensâri’nin kasabasında ve etrafında kurulu olan mahallelerde fısk ve fücur dolu işler edildiğini haber aldım! Dine mugayir olan bu gibi hareketlere asla izin veremem. Adı geçen kasabanın mahallelerinde derhal araştırma ve soruşturmalar yapacaksın. Şarap içilmesine ve Tatar bozası imaline mani olacak, evlerde fahişeler bulursan hepsini çıkartıp hapsedeceksin.

        FESATLA MÜCADELE

        Şimdi yeniden emrediyorum: İmamlara, müezzinlere ve mahallenin kethüdalarına bundan böyle fesat iş yapanları ve fahişeleri mahallelerine sokmamalarını, eğer bu yasağı dinlemeyerek gelecek olurlar ise yetkililere derhal haber vermelerini tenbih edeceksin. Mahalle imamlarıyla müezzinler şunu gayet iyi bilsinler ki, eğer talimatların dinlemezlerse ve mahallelerinde bundan sonra bir fahişe yahut fena işler eden kimseler yakalanırsa, uğrayacakları muamele ve hakaret çok fazla olacaktır. Şehrin emniyetiyle görevli bazı kişilerin fahişelik eden avratları, fesat çıkartanları ve hırsızları köşede kıstırdıklarını; altınlarını ve paralarını alıp sonra bıraktıklarını öğrendim. Bu görevlilere, yakaladıkları fesat kişilerle fahişeleri kanuna teslim etmeleri gerektiğini söyleyeceksin. Caminin yakınında ve çarşıda zar atmayı, satranç oynamayı ve çalgı çalmayı yasak edeceksin. İmamlarla müezzinlerin mahallelerindeki namaz kılmayanları ve yalan şahitlik ettikleri bilinen kimseleri himaye etmeyerek kasaba sakinlerinin yardımıyla mahkemeye çıkarttırmalarını ve kanuna göre haklarından gelinmesini sağlayacaksın.

        EĞLENCE YERLERİ KALKACAK!

        Eyüp kasabasında bulunan kahvehaneleri kapatıp bundan böyle kahvehane açtırmayacak, eğlence yerlerini kaldıracak, dine göre uygun olmayan herşeyi yasaklayacak, çarşı esnafına eksik ve pahalı mal satmamalarını söyleyecek, emirlere uymayanların da kanunun gerektirdiği şekilde haklarından geleceksin. Bu şerefli emrimi sicile kaydedecek ve vazifeni daima bu doğrultuda yapacaksın. 975 senesinin hayırlarla dolu Rebiu’l-âhır ayının 23. günü (27 Ekim 1567) Allah’ın koruduğu şehirde (İstanbul’da) yazıldı (Ahmed Refik’in “16. Asırda İstanbul Hayatı” isimli eserinden)”

        Diğer Yazılar