Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        HABERTÜRK'te dün Edirne'den bir haber vardı: Bir grup Mevlevî, kapalı bulunan Muradiye Mevlevîhanesi'nin açılması için yürüyüş yapmışlardı...

        Edirne Mevlevîhanesi hakkında uzun zamandan buyana benim kulağıma da bazı söylentiler geliyordu: Bir ara yıktırılıp arsasının satıldığı dedikoduları yayıldı, sonra aynı yere otopark yapılacağı iddia edildi, belediyenin bu iddiaları yalanladığı haber verildi, hattâ bizzat Başbakan'ın talimatı ile Mevlevîhane'nin tekrar inşa ettirileceği konuşuldu...

        Geçen günkü yürüyüş, işte bu yüzden yapılmış... Edirneli Mevlevîler toplu halde Muradiye Camii'ne yürümüş, avluda gülbank okuyup dua etmişler...

        Mevlevîlik ile bağlantısı olanların kapatılan yahut yıkılan bir mevlevîhanenin yeniden ihyası için karınca kararınca birşeyler yapması konusunda söyleyecek hiçbir söz yoktur; üstelik bu gibi çabaların sadece Mevlevîhaneler değil, diğer tarihî dergâhlar için de yapılması gerekir.

        RENK CÜMBÜŞÜ

        Ama asırlar öncesine dayanan kuralların dışına çıkılmaması ve tuhaflıklar edilmemesi şartıyla!

        Bu köşede, Mevlevîler'in Edirne'de geçen gün yaptıkları yürüyüşte çekilmiş bir fotoğraf görüyorsunuz...

        Yürüyüş ile ilgili haberde geçen "Mevlevî üstadı" yahut "Mevlânâ torunu Celâleddin Efendi" gibisinden Mevlevî kültürü ile alâkası bulunmayan garabeti bir tarafa bırakıp resme dikkatle bakın: "Sikke" denen Mevlevî başlıkları ile yürüyenlerden bazılarının sikkelerinin başlarına geçen kısımlarına yeşil yahut lâcivert tülbentler doladıklarını farkedeceksiniz...

        Sikkeye sarılan bu tülbentlere Mevlevî terminolojisinde "destar" denir ve en basit ifadesi ile söyleyeyim, sadece şeyhlere mahsustur. Fotoğrafta, Edirne'deki şeyh sayısının maaşallah neredeyse derviş adedi kadar olduğu görülüyor! Hattâ en önde yürüyen zât sadece destar sarmakla kalmamış, kırmızı renkli sikkesinin üzerine bambaşka anlama gelen bir de şerit, yani "istivâ" çekivermiş!

        FUKARANIN BOĞAZI

        Yüzyıllar boyunca sıkı kurallar ile protokol kaidelerine bağlı olan ve derin kültürel kaynaklara dayanan Mevlevîlik şimdi dört bir yandan tasalluta uğramış, yani musallat olunmuş haldedir. Aklına esen hevesli sikkenin üzerine destar sarıp posta geçmekte, İstanbul Mevlevîhaneleri'nde yapılan semâlarda bazen üç-dört şeyh efendi birden arz-ı endâm etmekte, cep telefonlarından "icazetler"

        gönderilmekte, Farsça'nın "F"sinden haberdar olmayanı Mesnevî dersleri vermekte, artık "döner sermaye" hâlini almış olan zevat semâzen olarak alışveriş merkezlerinde ve restoranlarda fır fır dönmektedir, işin daha da vahim tarafı, "Hayatta olduğum müddetçe Kur'an'ın bendesiyim" diyen Mevlânâ sadece sevgi ve hoşgörüden ibaret kuru bir aşk şairi imiş gibi gösterilmesidir.

        Neyzenliği kadar güçlü bir heccav olan Hayri Tümer bir şiirinde "Gidiyor çünki acıkmış fukaranın boğazı" derken herhalde bu kişileri kasdetmişti...

        Diğer Yazılar