Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        19. MEB Şûrası’nın tavsiye kararları medya tarafından yasa hükmü gibi sunulunca tansiyon yükseldi. Doğrusu ben de ilkokul 1. sınıflara din dersi zorunluluğu getirmeyi öneren kararı hem zorlama hem hakkaniyetsiz bulduğumu söylemek isterim. Nedenine bilahare değinmeyi düşünüyorum, fakat bugün “Yetmez ama evet” dediğim “Osmanlıca dersi” ile ilgili kararı ele almak niyetindeyim.

        Osmanlıca dersleri için atılan adım, şûranın “tartışmalı” bulunan kararları arasındaki en yerinde karar. Osmanlıca’yı Arap alfabesine ya da İslamcılık ideolojisine indirgeyerek; dedesinin dilinden, mektubundan, şarkısından, sanatından bihaber kalmayı kabul edilebilir bulmak, seçilmiş cehaletin dik âlâsıdır.

        Osmanlıca’yı öğrenmek, harf inkılabını by-pass etmek değildir.

        Şûranın geri adım atarakOsmanlıca derslerini sadece Anadolu imam hatip liseleri için “zorunlu” tutma kararı vermesi, şehirli AK Parti karşıtlarından çekinilmesiyle alakalı sanırım. Oysa bu dil aslında en çok, bu dilin çağrışımlarından korkanlara lazımdı. Osmanlıca öğrenmeyi bu ülkenin “ana akım” iktidar, din ve muhalefet anlayışına itirazı olan aileler talep etmeliydi.

        Zira “imam hatipli” önyargısı bir gerçeklik payı taşıyorsa eğer, klasik imam hatip öğrencisinin ilerideki tercihinin ana akım İslam yorumundan ayrılmışHallac-ı Mansurgibi,Nesimigibi şahsiyetlerin fikirlerini dönemin dilinden okuma ve şerhetme olmayacağı da ilk akla gelecek olandır. Erdoğan’ın kafasındaki “dindar nesil” tanımının karşısında olanlar, o nesle hâlâ sadece Marx’la, Sartre’la, Habermas’la muhalefet etmeyi düşünüyorlarsa ne âlâ. Biz sadece bu usulün işe yaramadığını hatırlatmakla yetinelim. Osmanlıca dersiyle “İslamcılık” arasında bağ kurmayı başaranlarla da dalgamızı geçelim.

        Osmanlıca öğrenmeyi İslamcı ideolojiye dönüş gibi yorumlamak da yanlış siyaset ve tarih okumasının ürünü. Misal, akıllı “İslamcılık” düşmanları Osmanlı fikrinin, dilinin ya da kültürünün İslamcılığın öncülü ya da ardılı değil “panzehiri” olduğunu bile düşünürler.Bu düşünüşte haklılık payı yoktur denemez.Osmanlı, İslami olan bir insan ve ahlak tasavvuruna dayanmakla beraber evrensel değerlere ve pekâlâ seküler sayılabilecek tarz ve formlara bugünün bazı İslamcılarından da, milliyetçilerinden de, ulusalcılarından da daha yakındı.Detaya girmeyelim. Gençler güftesini Recaizade Mahmud Ekrem’in yazdığı “Süzüp süzüp de ey melek o çeşm-i nîm-hâbını / Neden ya rağbet etmemek dağıtmağa sehâbını? / İç imdi iç şarabını, ko bir yana hicâbını / Aç şimdi aç nikâbını, ayân et âfıtâbını” şarkısını yazıldığı şekilde okuyabildikleri, ne söylendiğini anlayabildikleri zaman “radikal İslamcı” olmayacaklar herhalde. Sadece utanmaz ve dünyevi taleplerin bile olağanüstü bir estetikle ifade edilebildiği o yıllardan aldıkları ilhamla kendilerine ve eşyaya bakışları belki daha “selim”, belki daha “latif” olacak. Fena mı?

        “İlle de istemezük” diyorsanız, o zaman “Neden bizde bir ‘Downton Abbey’ çekilemiyor?” diye hüzünlemeyeceksiniz. İngilizler çocuklarına hâlâ eski İngilizce öğrettikleri içindir ki, bugün hâlâ “İngiliz” diye bir şey var. “Viktoryen üslup” var, “English country style” var, “centilmen” var, “Robin Hood ve Şen Adamları” var, “snobluk” var, “Devonshire’ın kremalı çayı” var, “serinkanlılık” tescilli İngiliz hasleti; “bahçe işleri ile uğraşmak”, “5 çayı”, bir medeniyet sembolü olarak yaratıcı “ikiyüzlülük”, hepsi adeta İngiliz patentli. Çocukların fantezi dünyası dün “Alice Harikalar Diyarında” ile şekilleniyordu, bugün Hogwarts ve Harry Potter ile. Çünkü bir milletin kendine ilişkin algısı, gündelik hayatı taşıyan sosyolojiyi, kültürü ve hatta popüler kültürü canlı tutar.

        Bizde ise Osmanlı’ya dair imgelerin çoğunlukla cenk ve fetih hikâyeleriyle sınırlı kalması; şehre, mahalleye, evlere, alışverişe, mutfağa, gündelik hayata ilişkin betimlemelere sirayet edemiyor oluşumuzdan. Öyle ki, 80’lerde doğan kentli bir çocuk için saray ve fetih imgesi dışında kalan tek resim Tosun Paşa filminde gördüğü Seferoğulları- Tellioğulları hamam kapışmasından ibaret.

        Bu rezalet, dil bariyerini aşarak geride bırakılabilir.

        Yeni nesiller eski Türkçe ile kaleme alınmış bir metnin neden bahsettiğini az çok anlayabilmeli ki, merak edip peşine düşsün. Akabinde derinleşebilmek bile o meraka bağlı.

        Diğer Yazılar