Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        ÖNCE 150’si gazeteci olmak üzere 400 kişilik bir operasyon listesinin yürürlüğe konacağı istihbaratı yayıldı, sonra 150 gazeteci değil, çoğu polis 27 kişi gözaltına alındı. Ekrem Dumanlı ve Hidayet Karaca’nın gözaltına alınması, operasyonun sadece gazetecilere, medya dünyasına yapılan bir “darbe” olarak lanse edilmesini sağladı. Asıl konunun paralel yapının başına çorap ördüğü bir grup Nurcu’nun yaşadığı mağduriyete ilişkin olduğu unutuldu, hatta dikkate bile alınmadı.

        İddia şu: “Tahşiyeciler” adlı bir Nurcu grubun Fethullah Gülen’i eleştiren yayınlar ortaya koyması, 2009 yılında da Gülen’in bir işaretiyle başta “âmâ” Molla Mehmet Doğan olmak üzere 120 mensubunun içeri alınmasına neden oluyor. Polis marifetiyle kör bir adamın evine asla kullanamayacağı silahlar yerleştiriliyor, üzerinde gözaltına alınan kişilerin parmak izlerine rastlanmayan el bombaları konuluyor, hatta aynı silahların seri numaralarının Ergenekon soruşturmaları kapsamında Zir Vadisi’nde bulunan silahlarınki ile aynı olduğu ortaya çıkıyor. Zaman Gazetesi ve STV de, söz konusu hukuksuz, yargısız infazın kamuoyu tarafından yenilir yutulur hale getirilmesi için kullanılıyor.

        Ekrem Dumanlı çok değil, 5 yıl önce genel yayın yönetmenimdi. Gözaltına alınmasına üzüldüğümü gizleyemem. Eskiden görüştüğüm, ortak paydam olduğunu sandığım ama kritik konularda yanlış yerde durduğunu düşündüğüm insanlarla arama kalın bir duvar girmiş olabilir, ama bu dönüp terk ettiğim tarafta kalmış eski arkadaşlara sövmemi gerektirmez, hiçbir zaman da öyle yapmadım. Onlar tam tersi bir çizgi içinde olsalar da benim tıynetim buna elvermez. Nitekim Dumanlı’nın böylesi çirkin bir “kanun eliyle suç işleme, kamuoyunu da haber, yorum, film, kurgu yoluyla suça ikna etme” işine bile isteye alet olduğunu düşünmem, kendisini böyle tanımadım. Ancak benim şahsi fikrimden bağımsız olarak, bu konumdaki pek çok kişi gibi suçu kanıtlanana kadar masumdur.

        Mehmet Doğan’ın ve aynı gruba mensup o 120 kişinin hesabının sorulması ne kadar doğru ise, bu hesap sorma planına bugün muhalif yerde duran gazetelere gözdağı verir gibi görünen bir gözaltı işleminin dahil edilmesi o derece yanlış oldu diye düşünüyorum.

        Bunun sebebi, geçmişte tanıdığım insanlara kıyamıyor olmam değil, öyle bile olsa bu suç değil. Hayır böyle düşünmemin nedeni Nedim Şener’in, Ahmet Şık’ın başına gelenlerden ders almış olmam. “Düşünce ve ifade özgürlüğü” kategorisinin ucuna takılı olarak gelen “basın ve medya özgürlüğü” denilen şeye asgari saygının, kendisine demokrasi diyen her sistem için sahiden bir kırmızı çizgi olduğuna inanmam.

        Ekrem Dumanlı ya da başka bir gazeteci “yargılanamaz” değil, dokunulmaz değil. Ama şunu da soralım: Neden insanlar Mehmet Doğan ve “Tahşiyeciler” grubuna yapılanlar için değil de basın özgürlüğü etrafında kenetlenmişlerdir, bu hangi güncel ihtiyaçtan kaynaklanmıştır?

        Elbette ilk akla gelen sebep, Erdoğan fobisinin ve Erdoğan ile uyumlu çalışan bir AK Parti hükümetinin etkinliğini kırma yolunda beş benzemez politika ve nüfuz odağının ittifaka teşne hale gelmesi. İkinci sebep ise, işin içinde paralel yapı olsun olmasın, son yıllardaki sorunlu iktidarmedya ilişkileri.

        Ayrıca bazı önkabullerden epey uzağa düşülmüş olduğu da vaki.

        Varsayım şudur: Gazete sahipleri, köşe yazarları, kendisine haklı ya da haksız bir ün yapmış basın emekçileri, ölçüsüz derecede sevilmezler ama ölçüsüz derecede nefrete maruz kalırlar. Hele böylesi kırılma anlarında, handiyse topun ağzında yaşarlar. Bu da devlete söz konusu avantajsız durumu gazeteci/medya lehine dengeleme görevi verir, en azından devletin bu avantajsız pozisyonu perçinlememesi beklenir. Devletin muarızı, hükümetin düşmanı kesilmiş kimseler olsa bile.

        Seçilmişlerin meşruiyetini kullanarak yine seçilmişlere kumpas kuran bir yapının devletten tasfiyesi gerekli olsa da, basın özgürlüğünün demokrasinin kırmızı çizgisi olduğu unutulmamalıdır. Her ne kadar zorlu bir süreçten geçiliyor da olsa, “demokrasi” gibi bir iddiaya, “yeni Türkiye” gibi bir ufka yürekten sahip çıkılıyorsa, böyledir.

        Diğer Yazılar