Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        AK Parti mitinglerinde sahne alan, çoğunlukla üzerinde yaşadığımız coğrafyanın, geride bıraktığımız tarihin “idrak edilmesi” ve geleceğe ışık tutması faslı oluyor.

        Muhalefet partilerinin “ideolojik vurguları az, ekonomik vaadi çok” seçim bildirgeleri hazırladıkları yönünde bir mutabakat var. AK Parti’yi kömür-makarna dağıtmakla ve tabanı bu yardımlara esir etmekle suçlayan muhalefet partilerinin, muhataplarını, yapacakları sosyal yardım ve ekonomik kazanım sağlayacak politikalarla büyülemeye çalıştıkları doğru. Ancak öyle vaatler var ki Türkiye’nin de entegre olduğu dünya sistemiyle, serbest piyasa ekonomisiyle, liberal ekonomi politikalarıyla uyumsuz. Gerçekleşmeleri için “devrim” gerekir. Peki buna niyeti olan parti var mı? Ya da bildirgesinde bundan bahseden? Pek tabii yok. O zaman bu kolaycılık olmuyor mu? Ya da kandırmaca?

        Ayrıca hemen her partinin metninde yer alan onarma vurgusu, basbayağı ideolojik alana tekabül etmekte. AK Parti ile “bozulduğunu” iddia ettikleri “eski Türkiye”yi onarma iştiyakı hemen hepsinde öne çıkıyor.

        CHP ve HDP, AK Parti döneminde getirilen dini hürriyetlere karşı benzer tutumları alıyorlar mesela. İki parti de eski Türkiye’nin aktif ve saldırgan laikliğinden az çok benzeşen boyutlarda memnun olduklarından, her ikisi de ilköğretimde verilen din dersleriyle, Diyanet İşleri’nin konumuyla problemli ve seçim beyannamelerinde bu cihetleri “düzeltmeyi” vaat ediyorlar. Eski Türkiye mantığı.

        MHP ve CHP, Türkiye’nin dış politikası noktasında neredeyse ortak denilebilecek bir düşünceye sahipler. CHP “seküler” dış politika vaat ederek, MHP ise Türkçülük üzerinden “Onları bırak, kendi vatandaşına bak” diyerek ifade ediyor rahatsızlığını. Sonuçta iki parti de bölgesel aktör olabilme yolunun “veren, kollayan, gözeten el” olmaktan geçtiğini anlamıyor. Bu da tipik eski Türkiye mantığı.

        PARTİLER VE ÇÖZÜM SÜRECİ

        Kürt meselesi ve çözüm sürecinin akıbeti konusunda partilerin hemen tamamının perspektifi farklı.

        MHP çözüm sürecini bir ihanet projesi olarak gördü ve görmeye devam ediyor. HDP’nin aşırılıklarını da, örgütün sağda solda gerçekleştirdiği provokasyonları ya da cinayetleri de AK Parti’ye projekte ederek “Çünkü sen izin verdin” noktasına bağlıyor ve AK Parti’den oy koparmayı planlıyor.

        HDP çözüm sürecini devletin anladığı ve yürüttüğü şekilde bir “milli birlik ve kardeşlik projesi” olarak değil, kendisine verilen bölgesel bir yetkilendirme ve gayri resmi ırkçı nitelikte bir özerklik tecrübesini tahkim etmek olarak aldı ve uyguluyor. HDP’li belediyelerin yönettiği bir alanda bir Türk’ün ya da KCK’dan onay almamış bir Kürt’ün iş kurması, teşebbüs ve girişimde bulunması oldukça zordur. Çözüm sürecini bu uygulamalarına “onay” gibi aldılar. Devletin egemenlik tanımında kısmi ve tek taraflı revizyon yaptılar. Kobani kuşatması sırasında ABD’nin yaktığı yeşil ışık ile beraber özgüvenleri de tam. Dindar ya da AK Partili Kürtler üzerinde HDP’nin vesayeti söz konusu ve 6-7 Ekim olaylarında KCK’ya bağlı YDGH’nin yaptığı saldırılar da bunun sonucu.

        Bu nedenle olsa gerek, normal koşullarda HDP’ye “Orada dur bakalım” demesi gereken CHP’nin üstü kapalı HDP desteği dikkat çekici. Yani Kürt siyasi hareketi “laik ve Erdoğan karşıtı” karakterini koruduğu müddetçe CHP’nin, HDP’nin anladığı türde bir çözüm sürecine itirazı yok. İlginç, çünkü bu seçimlerde HDP en çok CHP’lilerden oy devşirecek, devşiriyor da.

        AK Parti ise çözüm sürecini benimsiyor ve bir “milli birlik” projesi olarak devamından yana. Ama İmralı-Kandil-HDP arasında “iyi polis İmralıkötü polis Kandil-halkla ilişkiler HDP” rol dağılımının farkına varmış durumda. Erdoğan çözüm sürecini, Kürtlerin kültürel haklarının tahakkuk ettirilmesi ve kardeş kanının dökülmesini durdurmak olarak anlamış ve 16 Mart’ta da ilan etmişti. Milletin ikna olduğu tarif de buydu. AK Parti de sürecin barışa bakan yanlarının kazanımlarını korumak ama aynı sürecin HDP tarafından istiskal ve istismar edilmesine izin vermemek üzerinden bir politika yürütüyor. Bu yönüyle de “seçim öncesi milliyetçilik yapma klişesine savrulmakla” eleştiriliyor. Ben o kanaatte değilim. Kürt siyasi hareketi ulusalda “Türkiyelilik”i savunurken yerelde hegemonik ve otokratik bir seyir izlemeye devam eder; Türkiye’nin Suriye-Irak politikasını kendi ırkçı saikleriyle ve Esad yanlısı tutumlarıyla baltalamaya devam ederse seçim öncesi oluşan hava, seçimden sonra da devam eder.

        Diğer Yazılar