Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        AK Parti ve CHP arasındaki koalisyon olasılığı yerini, “Şimdi ne olacak?” sorularına bıraktı.

        Temennimiz o ki, bu görüşme süreci, erken seçim olması ve sandıktan yeniden benzeri bir durum çıkması ihtimaline ışık tutsun, partiler birbirine muhalefet etsin ama bu kez çalmak zorunda kalabilecekleri kapıları çok sert çarpmasınlar.

        Zira Türkiye’nin yaşadığı bölünme, evvelki dönemlerde olana hiç benzemiyor. Eski Türkiye’de zora girildi mi asker sazı eline alır, kimin cumhurbaşkanı olması gerektiğine ilişkin mesajını Meclis’in üzerinden jet uçurarak verir, olmadı darbe yapar, saha da derin devletin görevlendirdiği adamlarla, JİTEM’le filan düzenlenir, törpülenir, öne çıkanları hapse atılır, kalanı da solcusu-sağcısı bir hizaya toplanırdı.

        Evinde televizyon bile olmayan, siyasetin “çevre”sine mıhlanmış yoksul muhafazakârlar “vatan, millet” hassasiyetleri, “nifak, fesat çıkmasın” gayretleri nedeniyle edeplerini bozmadan duaya sarılır, İslamcılar % 99’u Müslüman bir ülkede Allah’ın kelamının modern üretim, tüketim, toplumsal ilişkilere dair çözümler içerdiği noktasından hareketle fikir, düşünce, dergi, gazete işlerine ağırlık verir, bir kısmı da kılık değiştirip “merkez”e sızma ve devleti içeriden dönüştürme hamlelerini kendilerine daha yakın hissedip bazı cemaatlere ram olurlar; bütün bunlar olurken militer laiklik tepemizde nutuklar atar, sokakta bile başörtülü kovalar, geçinir giderdik. Kürtler fişlenir, faili meçhule kurban giderdi. Alevi’yim demek zordu, sorunluydu.

        Sonra “Kimlikler özgürce yaşansın, demokrasi olsun” dendi. Sen misin bunu diyen... Kimlik hakları inkâr ve asimilasyona uğrayan kitlelerin çocukluk çağını idrak eden özgürlük ikliminde ilk karşı çıktıkları, bu imkânı tahakkuk ettiren parti oldu: AK Parti.

        “Milletimiz bize yetki verdi, Topçu Kışlası’nı buraya yaparım” tarzı siyaset, sokak çatışmasına ve can kayıplarının yaşanmasına neden olmadan da eleştirel imkânlar değerlendirilerek belli bir raya oturtulabilirdi. Ama “Hiçbir şeyi sormuyorsun, her şeyi % 50’den aldığın yetkiye dayanarak kafana göre yapıyorsun” ile başlayan rahatsızlık, fırsattan istifade hükümeti devirelim şansına tutunanlarca hormonlandı. Unutulmasın: Çevre duyarlılığıyla başlayan ve kısmen daha masum olan direnişi sonradan verdikleri destekle şişirenlerin cesaretini perçinleyen “çözüm süreci” idi. Madem özgürlük vardı, her kimlik kendini özgürce ifade ederdi. “O halde biz bu özgürlüğü seni devirmek için kullanacağız” dediler, bu şekilde denediler.

        Erdoğan’ın, “Dünya beşten büyüktür” çıkışlarını hazzetmeyen küresel aktörlerin, Erdoğan ve hükümet karşıtı gösterilere verdiği gizli-açık desteği fark eden PKK çekilmeyi durdurdu. BDP dönüştü, HDP oldu. Demirtaş her Washington ziyaretinden sonra biraz daha anti Erdoğan, anti AK Partici oldu. “Akil İnsanlar Heyeti”nde yer alamadığı için çılgınlaşan birtakım sol-liberal entelijansiyanın da teşvikleriyle “Türkiyelileşme” adı altında, eski ulusalcı yeni liberal, eski Kemalist şimdi güya demokrat ne kadar fraksiyon varsa hepsiyle kol kola girdiler. Dün barış olsun diye il-ilçe-bölge gezen Akil İnsanlar Heyeti’ni taşla sopayla kovalayanlarla kol kola... Aralarına 17-25 Aralık’la hükümetin bile değil, devletin temeline dinamit koyma girişimine soyunanlar da katıldı.

        Bütün bu hallerin, diğer tarafta duranları “Erdoğanizm” blokuna itmesi kaçınılmazdı. Ancak sorunları çözmekten çok domine eden; huzursuz ve rahatsızları teskin eden bir yönetme tarzından ziyade oluşan iki kutbu da tahkim edecek gerilim politikaları uygulanınca AK Parti tarafında da kopmalar oldu. Bazıları, “Neden geriliyoruz, amaç ne?” diye, bazıları da “Safları bu kadar sıklaştırıyorsan neden devrim yapmıyorsun?” diye sorgulamaya başladı.

        Uçları bir yana bıraksak bile son 3 yıldır yaşadığımız “ayrışma” öyle kimi yazarların dediği gibi “ulusalcı Kemalistler” ile “muhafazakâr demokratlar” arasında değil. O 10 yıl önceydi.

        Bugünün asıl ayrışma hattı, “Erdoğan ve ailesi yargılansın, Saray yıkılsın, bize yeter” diyenler ile “Ortada ulusal güvenlik meseleleri varken bile Erdoğan diyorsunuz, bu ülkeye hayrı dokunmuş Erdoğan’ı vermeyiz” diyenler arasında kuruluyor.

        Bir uzlaşı ve normalleşme gerekiyor. Ama Anti Erdoğan cephesi bu takıntıdan vazgeçmediği sürece normalleşme hayal.

        Diğer Yazılar