Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        1128 akademisyen birleşip bildiri işine girmiş.

        “Bu suça ortak olmayacağız!” başlığıyla kötü bir metne imza atmışlar.

        Hasan Cemal’in filan her gün yazdığı şeyleri, HDP’li pek çok vekilin her gün gevelediği cümleleri bir metinde toparlayıp, devleti Diyarbakır’da, Nusaybin’de, Silvan’da “kıyım” yapmakla suçlamışlar.

        Sokağa çıkma yasağı nedeniyle insanların aç ve susuz kaldığını söylemişler. Ama bu duruma sebebiyet veren PKK’nın adını bir kez bile zikretmemiş, sadece ve sadece terörle mücadele gayreti gösteren güvenlik unsurlarını suçlamışlar. “Devletin başta Kürt halkı olmak üzere tüm bölge halklarına karşı gerçekleştirdiği katliam ve uyguladığı bilinçli sürgün politikasından...” diye başlayan cümleler bir noktadan sonra komik olmaktan çıkıyor, hakikatin kalbini delik deşik ediyor.

        “...Uluslararası bağımsız gözlemcilerin” gelip “yıkım” bölgeleriyle ilgili rapor tutmasını istemişler mesela. Bu ifadelerin yaptığı imanın farkındalar mı, bilmem. Bu gayretkeşliğin bir sonraki hamlesi “BM Barış Gücü askerlerini” çağırmak olur genelde. O eşiğe kadar gelinmiş ama Allah’tan geçilmemiş.

        Elimizde, ülkemizin akademisyen kapasitesinin hayattan ve gerçeklerden kopukluğuna kanıt teşkil eden ve bu yönüyle karalar bağlatacak bir metin var özetle. Yaşanan trajedilerin önce ateşkesi bitirdiğini ilan eden, sonra da suikastlara başlayan KCK-PKK yapılanması olduğunu saklayan, bilerek ya da bilmeden gerçeğin gözlerine mil çeken bir metin.

        Bu insanların doğru dürüst öğrenci yetiştirebileceklerine inanmıyorum. Onu bırakın, kendi mutfaklarındaki tuzlukla sirkeyi bile ayırt edemeyecek durumda olduklarını görüyoruz.

        Ancak büyük hain, kirli ve gizli ajandaları olduğunu filan da düşünemeyiz. Çoğunun içinden “barış” ve “sivil” geçen her başlığa telaşlı bir duyarlılıkla karşılık veren insanlar olduğunu tahmin ediyorum. “Aydın olmak, eşittir devlete karşı olmak” totolojisiyle malul, elit entelijansiyanın tasallutuna direnemeyen naif insanlar var karşımızda. Aralarında metni okumadan imza atanı olduğu gibi, metnin sonuçlarını öngöremeyenler dahi bulunmakta, nitekim ağlaşmaları gazetelere de yansıdı.

        Bildiri tepki çekti ve bu anlaşılabilirdi. Ancak çok geçmeden akademisyenlerin aleyhinde suç duyuruları yapılmaya başlandı, bazı yerlerde savcılar resen harekete geçti. Derken “gözaltına alma” ve “yakalama” kararları geldi.

        Doğrusu, akademisyenlere pekâlâ bağlı oldukları kurum ve görevli oldukları üniversiteler aracılığıyla yaptırım uygulamak olurdu diye düşünüyorum.

        YÖK diye bir kurum var. Tatsız görevleri arasında böyle durum ve zamanlarda yaptırım uygulamak olan bir kurum.

        Dolayısıyla meselenin yargıya intikal etmesini ve hele hele “gözaltına alma”lar ile taçlandırılmasını yanlış bulduğumu belirtmeliyim.

        Böyle düşünmemin nedeni de, bildiride sarf edilen görüşleri Meclis çatısı altında olanlardan defaatle işitmiş olmamız.

        Hatta bazı HDP’li vekiller bu görüşlerin ötesine geçip, hendeklere destek veriyor, özyönetim ilanlarına arka çıkıyorlar, terör eylemlerinin sona ermesi için hiçbir şey yapmadıkları gibi, bilakis Kürtlerin PKK’nın çağrılarına cevap vermesi için yürüyüşler düzenliyorlar. Yerinden yönetim değil, aslında özerklik de değil, açık açık “bölgesel yönetim” kurmaya dair bir irade serdediyorlar ve fiili durum yaratıp can kayıplarının artmasına neden oluyorlar. Hedeflerine ulaşamasalar da yaptıkları siyaseten sonuç doğuruyor. Bazı milletvekilleri “dokunulmazlık” zırhlarını PKK’nın eylem ve söylem geçişkenliği için kullanırken ve bu halleriyle görevlerine devam ederken, işe bakın, kabak korunmasız, kalkansız “akademisyenlerin” başında patlıyor.

        Buna da halk arasında çifte standart deniyor.

        Diğer Yazılar