Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Cumhurbaşkanıbaşdanışmanlarından Şükrü Karatepe’nin Şehir Araştırmaları Dergisi’ne yazdığı yazı, Sözcü Gazetesi’nin manşetinde “Evet çıkarsa eyalet sistemine geçilecek” şeklinde bir hedef göstermeye maruz kalmadan önce, kalabalıklaşan metropollerin klasik idarelerle yönetilemeyeceğini savunan, zamanın ruhuna uyup uymadığı tartışmalı fakat evsafı kuşku götürmeyen bir makaleydi sadece.

        Söz konusu yazı değil hırpalanmak; “Şehir yönetiminin başkanlık sistemine uyumlu hale getirilmesi için (...) şehir yönetimi yeniden tanımlanmalıdır. Bu tanımlama yapılırken, büyükşehir belediye başkanına doğrudan ‘şehir başkanı’ veya ‘büyükşehir başkanı’ gibi bir ad verilmelidir” cümleleri ile, “tek adam iktidarına geçiliyor” endişesi taşıyanların kaygılarını nispeten sağalttığı için tebrike değer görülmeliydi.

        Öyle ya, model değişikliğiyle Cumhurbaşkanı tarafından temsil edilecek yürütme, artan iktidarını yeni kent modellemesi üzerinden yeni büyük şehirlerle paylaşacak ise referandumdan çıkacak “Evet” kararını takiben teşekkül edecek yeni sisteme “tek adam iktidarı” demek bile zorlaşırdı. Ancak kimin hangi suçundan dolayı kime diyet ödeyeceğinin asla öngörülemediği bir ortamda Karatepe’nin nasibine düşenin tebrik değil tazir olması sürpriz değildi.

        Devlet Bahçeli söz konusu yazıyı “eyalet sistemi”ni savunduğu gerekçesiyle sert bir şekilde eleştirdi, Cumhurbaşkanı’na başdanışmanını kovmasını salık verdi. Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Danışmanım bir şey söylemiş, çarpıtılmış, sonra açıklamasını da yapmış. Ben ne diyorum sen ona bak. Böyle bir şeyi benden duydunuz mu? Böyle bir şey yok” diyerek tavrını koydu.

        Bahçeli daha sonra, “Elbette kararımız da oyumuz da evet” diyerek durduğu yeri korudu. Ama akıllarda Bahçeli’nin, “Bir danışman kalkı- yor bir eyalet sisteminden bahsediyor. Cumhurbaşkanı da buna ses çıkarmıyor, kabulleniyor ise o zaman 2 gün içinde eyalet sistemine karşı olan, üniter yapıda düşüncesi olan ülkücülerin kararı ne olabilir” cümlesi kaldı.

        ASLI VAR MI, SİNİRLER Mİ YIPRANDI?

        Prof. Dr. Şükrü Karatepe’nin yazısında eyalet sistemine ya da federasyona ilişkin bir vaat ya da öneri yokken, bu tartışma nereden çıktı? Makalesinde Çin’i örnek göstermesi, iktidarı gizli ajandayla üstü kapalı itham etmeye yeter miydi?

        İlk akla gelen, daha önce de yazılıp konu- şulan ve hatta köpürtülmeye çalışılan Anayasa madde 123’te yapılan değişiklik gibi görünüyor. “İdarenin bütünlüğü ve kamu tüzel kişiliği” başlığı taşıyan madde 123’ün değişmiş versiyonu şu şekilde: “İdare, kuruluş ve görevleriyle bir bütündür ve kanunla düzenlenir. İdarenin kuruluş ve görevleri, merkezden yönetim ve yerinden yönetim esaslarına dayanır. Kamu tüzel kişiliği, kanunla veya Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle kurulur.”

        İyi ama bu maddenin 104. maddede geçen bakanlık ve benzeri teşkilatların yapısına gönderme yaptığı biliniyor. Dahası mevcut 123. Madde de ihtiyaca binaen yeni kamu tüzel kişiliği kurmayı yasaklıyor değildi; sadece bu işin kanunla veya kanunun açıkça verdiği yetkiye dayanarak olacağını söylüyordu.

        Dahası, muhtemelen Devlet Bahçeli’nin müdahaleleriyle, madde 126’da yapılmak istenen, Cumhurbaşkanı’na kararnameyle kamu kuruluşu ihdas etme yetkisi veren değişikliğin iptali sağlanmıştı zaten. Yani an itibarıyla Anayasa’da kapı gibi madde 126 duruyor: “Türkiye, merkezi idare kuruluşu bakımından, coğrafya durumuna, ekonomik şartlara ve kamu hizmetlerinin gereklerine göre illere; iller de diğer kademeli bölümlere ayrılır. İllerin idaresi yetki genişliği esasına dayanır. Kamu hizmetlerinin görülmesinde verim ve uyum sağlamak amacıyla, birden çok ili içine alan merkezi idare teşkilatı kurulabilir. Bu teşkilatın görev ve yetkileri kanunla düzenlenir.”

        Özetle, birden çok ili içine alan bir idari teşkilat söz konusu olsa bile ancak kanunla var olabiliyor, kararnameyle değil. Bunu en iyi bilecek olan da Devlet Bahçeli.

        Peki neden oldu bu tartışma?

        Bir cümleyle teşhis yapmak zorunda olsam şunu derdim: Durmaksızın vurguladığımız ve vurgularken dozunu kaçırdığımız ‘beka meselesi’, hassasiyetleri o kadar çok şişirdi ki sonunda şehirlerle ilgili akademik bir zihin cimnastiği bile tolere edilemez oldu.

        Umalım ki bu tırmanmış hassasiyetler iklimi geçicidir.

        Diğer Yazılar