Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        3 Ağustos günü gazetelerde yer alan habere göre, FETÖ/ PDY soruşturması kapsamında gözaltına alınan Cumhuriyet Savcısı T.D. itirafta bulundu: “Cemaat toplantılarında yahut çoklu/ikili sohbetlerde Fethullah Gülen’in özel bir kişi olduğu, Peygamber’imiz Hz. Muhammed ile uyku ile uyanıklık arasındaki ‘yakaza’ gibi farklı boyutlarda diyalogda bulunduğu, sürekli onu rüyalarında görüp istişare ettiği, ondan nasihat ve kararlar aldığı yönünde konuşmalar yapılmaktaydı.”

        Bu durum tekil bir olay olsaydı, patolojik bir vaka olduğu söylenip geçilirdi. Ancak on binlerce mensubu olan ve eriştiği güçle seçilmiş iktidarı devireceğini vehmeden bir Cemaat’in, davasını kutsallaştırmak için kullandığı işaret olunca durum değişiyor.

        Nasıl oluyor da “Ben de sizin gibi bir insanım, kurutulmuş et yiyen, dul bir kadının çocuğuyum” diye ikaz eden bir Peygamber’in (SAV) ümmeti olanlar, kendi hocalarını insan üstü bir mevkiye oturtabildi?

        Nasıl oluyor da onun görüşünü uyguladıkları halde ertesi yıl hiç hurma meyvesi yetişmediğini görünce, durumu hatırlatan sahabeye “Dünya işlerini siz benden daha iyi bilirsiniz” diyen Peygamber’in (SAV), 1400 yıl sonra istişare ile dünya işlerine yön verdiğine inanılabildi?

        Diğer yandan din adına içine düşülen sapkınlık sadece bundan ibaret değil.

        Adına hareket edilen din, hırsızlığı, içkiyi, riyakârlığı vs. yasaklarken soru çalmak, haramları yok saymak ve maskeyle dolaşmak meşru sayıldı.

        Muhatabını hırsızlıkla suçlarken kendisi de kamuda aynı şeyi yapmayı hiç ahlaksızlık olarak tanımlamadı.

        Amacına ulaşmak için insanların mahremini gözetledi, röntgencilik ve şantaj yaptı.

        “Kendi nefsi için istemediğini başkaları için yapmama” düsturunu çiğnedi, muadillerinin hakkını yedi.

        Milletin iradesiyle seçilmiş olanı otoriterlikle suçlarken, dikta rejimi kurabilmek için masum insanlara kurşun sıktı.

        Daha vahimi, eline silah alana kadar pek çok kesimin desteklediği hareketin içinde bulunduğu bu çelişkiyi kimse gör(e)medi.

        Üstelik liderini, şeyhini veya hocasını masum ve masun gören; ideolojisi veya çıkarı söz konusu olunca benzer ölçüsüzlükleri yapan kişi ve kesimler sadece FETÖ’den ibaret değil.

        28 Şubat sürecinde, BUTKK (Başbakanlık Uygulamayı Takip ve Koordinasyon Kurulu) toplantılarında sıklıkla Suriye’ye dini ilimleri okumaya giden çocukların sınırı kaçak geçerken yakalandıkları bilgisi gelirdi. Bu bilgiyi getirerek iktidarı suçlayan ve tedbir alınmasını isteyen statüko yanlıları, aynı zamanda imam hatip liselerinin kapatılması ve Kuran kurslarının kontrolü için de baskı yapıyorlardı.

        28 Şubat sürecinden örnek verdim ama işin doğrusu devlet son birkaç yıla kadar hep bu çelişki içinde oldu. Dini eğitimi sürekli baskı altında tuttu.

        Devlet ideolojisi haline getirilen laiklik yüzünden din karşıtlığı beslendi. Devletin kendi ideolojisi için tehdit olarak algılanan İslam horlandı, dindar insanlar mürteci olarak aşağılandı.

        Geçtiğimiz 80 yıllık süre içinde dini eğitim ve öğretim ihtiyacı sistem dışı karşılanmaya zorlandı.

        İnsanlarımızı Suriye’de veya Irak’ta kaçak yöntemlerle okumaya zorladıktan sonra “DAEŞ’e niçin katılıyorlar?” diye hayrete düşüyoruz.

        Yıl ortasında eş durumundan atamalar sebebiyle Güneydoğu’da boşalan okullarda PKK’lıların ücretli derse girmesine ve çocuklarımızın dağa çıkmasına anlam veremiyoruz.

        Günlük hayatında “insanın yaratılanların en şereflisi olduğunu” söyleyenlerin, kendinden olmayanı, Kürt’ü, Ermeni’yi veya Hıristiyan’ı ötekileştirmesine kızıyoruz.

        Hayatını ideolojisine göre tanzim eden, sorunlarını çağdaş bakış açısıyla çözemeyen, günlük ve yüzeysel politikalara dayanan kamu yönetim anlayışının ülkeyi getirdiği yer burası.

        Geniş kitlelerin ihtiyaç ve talebini yok saymak, ona sunulacak hizmeti merkezden dayatmak sorunu ortadan kaldırmıyor. Sadece geçici bir süre bastırıyor veya kayıt dışına itiyor. Esas anlaşılamayan galiba bu.

        Tek tip adam yaratma çabası iyi eğitim almış, kamu idaresinde tepe noktalara gelmiş veya küresel işadamı olmuş insanları, hurafelere mahkûm etti, ona ideolojisi veya çıkarı dışında ölçü bırakmadı.

        Şimdi şaşkınlık içinde “Nasıl oldu?” diyorsak, Halil Cibran’ın sözlerini bir kez daha hatırlamakta yarar var: ‘’Bir ağacın en tepesindeki dalının en ucundaki yaprakta bir sararma varsa eğer, o sararmaya karşı ağacın köklerinin sessiz bir tasvibi vardır.’’

        Diğer Yazılar