Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Dünya ticaretinin ve ekonomik büyümesinin yarısından fazlasının gerçekleştirildiği Amerika, Asya, Avrupa üçgeninde dört ana para birimi var. Bunlar; ABD Doları, Çin Renminbi’si, Japon Yen’i ve AB Eurosu. Peki kim kime “kur savaşı” açmış, kimin kime savaş açtığı zannediliyor?

        İki sene önce 19 Kasım’da TOBB tarafından düzenlenen Şura’da Deniz Ticaret Odası Başkanı, Dünya ticaretinde Çin’in geldiği noktayı ve ABD ile olan ilişkisindeki rekabet avantajlarını örnek göstererek kur politikalarının daha da önem kazanacağına işaret ediyor; ardından Türkiye’nin de özellikle faizleri şok kararlarla hızla indirmesini tavsiye ediyordu. İlgili taraflar ise; yok olmaz, diğerlerine de bir bakalım, paracı lobileri, üstadları dinleyelim, “kurun seviyesinden dolayı bir rahatsızlığımız” yok diyorlardı. Bu süreçte, bir de TL’nin değeri hızla artınca, ihracatçı dert yanmaya başladı. Onlar dert yanınca, reel sektörden daha iyi üretim tekniği, mühendislik, uzmanlık bildiğini hisseden (?) “paracılar”, çözümün kurlarda olmadığını salık vererek, “verimliliği artırın, VOB’a gidin, artık yeni yöntemlerden yararlanın” demeye başlar. Tabii sanki bugün Çin canı sıkıldığı için dolara endeksli kur rejimi uyguluyor, ABD Hazine Bakanı Çin’e Renminbi’nin değerini yükseltmesi için nezaket ziyareti yapıyor, Japonya, parasal genişleme yaparak Yen’in değerini düşürmeye çalışıyor... Unutmadan, şu biraz retorik kalan “verimlilik yükseltin” yaklaşımını da bir anlatsalar iyi olur.

        Kur savaşları uzun süreden beri zaten var!

        Gelinen noktaya bakılırsa; belki sonuca göre konuşmak olarak algılanabilir. Ancak, işin doğrusu, faizleri daha da önce ve yüksek oranlarda indirmiş olmak daha da uygun olacaktı. Bugün Dünya Bankası, IMF, medya herkes kur savaşı tehlikesinden bahsediyor, manşetler atıyor... Oysa ki, kur savaşları uzun süreden beri zaten var. İşin içinde olanların hemen bileceği gibi; 1944 yılında Bretton Woods anlaşması ile doları ve diğer önemli para birimlerini altın değerine sabitleyenler, 1972 yılına kadar sürdürdükleri o politikadan vazgeçtiler. Böylelikle ABD ekonomisi sorunlarına bir kez daha çare bulmuş olurken, bir yandan da zamanla ortaya daha da güçlü bir Japonya ve para birimi Yen çıkıyordu. 1990’ların başına kadar yılda %10’lar düzeyinde büyüyen, kişi başına düşen geliri ABD’ninkini yakalamak üzere olan Japon efsanesi ne olduysa fren patladı yapıyor ve yerine Çin ekonomisi geçiyor.

        Konuyu geçen haftadan bıraktığımız, ABD’nin “Operation Twist” hamlesine getirirsek; ABD açısından ilk safha başarılı olmuş, bir taşla çok kuş vurulmuş ve ürkütülmüştür. ABD kendi ekonomisinde uzun vadeli fonları uzun vadeli özel yatırımlara dönüştürme altyapısını oluştururken, bir de üstüne düşen dolar etkisi ile gelecek ticari avantajı ekledi. Net söylemeliyim ki, herkesin şu an kur savaşı diye naralar attığı durum aslında bu sefer bir kur savaşı amaçlı değildi. Ama operasyon neticesi, diğer ülkelerin de uyumasıyla kur savaşı gibi algılanıyor. Öyleyse bu yanlış algıda olanlar Don Kişot rolünü farkında olmadan benimsemiş oldular. Söz meclisten dışarı… Görünen, Japonya reaksiyon olarak bir şey yapmaya kalkıştı ama şimdilik faydası nafile. Avrupalı üreticiler dert yanarken Avrupa Merkez Bankası olayları “takip” etmeye devam ediyor. Hızla gelişmekte olan ülkeler (emerging markets) ise sıcak para ile banyo yapıp mutlu oluyorlar, umarım yanmazlar...

        Diğer Yazılar