Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Geçenlerde Aydınlık’taki yazısında Tunca Arslan bu sene en iyi film Oscar’ını alan “Moonlight”ı yerden yere vuruyordu. Hafta sonu filmi daha önce görmemiş arkadaşlarımla birlikte bir kez daha izleyince itirazımı dile getirmek zorunluluk oldu.

        Özellikle Arslan’ın yazısındaki, “ABD’deki siyahların insan gibi, ceplerinde biraz para ve altlarında iyi bir arabayla yaşaması için tek yolun uyuşturucu satıcılığı olduğunu söylüyor ki bu da başlı başına bir skandal bana sorarsanız” kısmına takıldım.

        Bu başlı başına hatalı bir ifade, filmin yanlış okunması.

        Kimse herhalde annesinin karnından uyuşturucu satıcısı olarak çıkmıyor, ama ABD’nin siyahları için çoğu zaman bu bir seçim değil, zorunluluk.

        Canlandırdığı uyuşturucu satıcısı karakteriyle Oscar alan Mahershala Ali büyürken mahallede cana yakın, yol gösteren böyle abiler olduğundan bahsediyor. Uyuşturucu satıcısı olmaları, bu insanların genç insanlara birer rol modeli olabileceğini engellemiyor ya da filmdeki gibi bir vicdani iç çatışma yaşamalarını.

        FBI OPERASYONU

        Siyahlar, filmde ya da gerçek hayatta, iyi arabalara binmek için uyuşturucu satmıyor çoğu zaman. Beyaz adam onlara sadece bu alanı açtığı, başka yerde ekmek parası kazanmalarına fırsat bırakmadığı için mecbur kalıyorlar.

        Dahası “Moonlight”ın ilk bölümünün geçtiği 90’larda siyah mahalleleri, FBI’ın bizzat buralara soktuğu uyuşturucunun hasarlarını onarmakla uğraşıyordu. Siyahları zayıflatmak, toplum üzerindeki etkilerini yok etmek, bölmek için FBI bu operasyonları devlet politikasının bir devamı olarak düzenliyordu bu mahallelerde. Aynı esnada kanun yapıcı- lar da katı cezalarla siyahları toplu halde demir parmaklıkların arkasına itecek yasaları hazırlıyordu.

        ABD’de kanunların beyazlar ve siyahlara eşit işlediğini hâlâ kimse iddia edemez.

        Oscar törenindeki bir sahne bunun kanıtı gibiydi adeta.

        İzleyenler hatırlayacaktır, bir ara salona turist kafilesi alındı. Birkaç gün sonra ise içlerinde yer alan Gary’nin sadece 230 dolarlık kozmetik çalmaktan dolayı 20 yıl hapis yattığı ortaya çıktı. California’da ne kadar küçük de olsa üçüncü suçta ceza katlanıyor. Çoğu zaman siyahların suçlanması, tutuklanması için bir bahane bulmak daha kolay. Kırmızı ışıkta geçen bir beyazın bu suçu görmezden gelinebiliyor, oysa bir siyah kibarca itirazını dile getirse bile hemen oracıkta icat edilen türlü suçlardan (polise karşı koyma gibi) o geceyi hapiste geçirebiliyor. Bu tutuklamalar sonradan insanların siciline işliyor, hayatları boyunca peşlerini bırakmıyor.

        KATI CEZALAR

        Sistem o kadar ayrımcı ve katı ki siciline suç işlenen siyahların hamburgercide bile iş bulmaları mümkün değil. Yıllar boyu siyahlara ev kiralamayan, belli mahallelere hapseden, otobüslerin arka tarafına itip başka musluklardan su veren beyaz zihniyetin baskısı bugün katı ceza yasalarında yaşam buluyor. ABD’deki pek çok siyah protestosunun ardında bu eşitsizlik yatıyor.

        “Moonlight”ta tek bir beyaz karakter yok, siyahların mücadelesine de doğrudan değinmiyor ama filmi arka planındaki tarihsel, ekonomik ve siyasi gerçekleri bilmeden izlemek, Arslan’ın kolaylıkla tuzağa düşmesine neden oluyor.

        BİR SORU

        Magazinciler günlerdir Erkan Petekkaya’nın yalan olduğu besbelli “Kariyerini Hollywood’da sürdürme haberini” konuşuyor. Petekkaya’nın herkesi aptal yerine koymasını eleştiriyorlar ki haklılar...

        İyi de bu haberi neden kullandı gazeteciler, bu uyduruk PR oyuna alet oldular?

        ÖVGÜ

        Gazetecilik ilkeleri için Sabah Gazetesi’nden birinin mücadele vermesi ironik değil mi? Ama Sabah’ın okur temsilcisi İbrahim Altay bu işi çok iyi yapıyor uzun zamandır. Her hafta düzenli olarak okuyorum; hiç öyle lafı dolandırmıyor, bazen dalga geçerek ama çoğu zaman da doğrudan kendi gazetesinin hatalarını yüzüne vuruyor.

        HOLLANDA ASLINDA...

        Kırmızı ışıklı sokakları, seks işçileri, her türlü cinsel fantezinin hayata geçirildiği gece kulüpleri, esrar satışının serbestliği, eşcinsel haklarıyla falan... Bir özgürlükler ülkesi gibi görünür.

        Ama bu Hollanda’nın sadece vitrinidir.

        Avrupa’nın en özgür görünen ama belki de en hoşgörüsüz ülkesi burasıdır.

        Özgürlüklerin sadece kendilerine ait bir hak olduğunu düşünürler. Bu yüzden de aşırı sağın yükselmesi birçok başka ülkede paniğe neden olurken, Fransa’da sistem önünü kesmeyi tartışırken, Hollanda’da icat edilmiş krizlerle oy avcılığı yapar siyasetçiler...

        'SARI LALELER' NE OLACAK?

        Koskoca Mazhar Alanson’un alt tarafı Amsterdam gibi bir şehir hakkında “Sen olmasan buralara gelemezdim ben” demesini hiç anlamadım, eşi Biricik Suden için yazdığı “Sarı Laleler” şarkısında.

        Hakikaten Suden olmasa Amsterdam’a gidemez miymiş?

        Gerçi şarkıları kelimesi kelimesine okumak doğru değil belki...

        Ama bildiğimiz şarkının Amsterdam’da yazıldığı, çiçek pazarından alınan sarı lalelerin Amsterdam’dan alındığı.

        “Sevemezdim bu şehri, anlamazdım dilinden.”

        Şimdi Hollanda’yla kriz varken, merak ediyorum, acaba bu şarkı kolektif hafızamızdan silinecek mi?

        Ahmet Kaya’nın şarkıları bir ara bıçak gibi kesilmişti radyolarda hani... Ya da Abdullah Öcalan ev hapsindeyken İtalyan mallarını protesto etmek için makarna yemeyi bırakmıştık ya...

        Kaldı ki bu şarkı birkaç açıdan problemli...

        - Bir Türk şarkıcı, Osmanlı’dan Hollanda’ya giden sarı laleler hakkında ancak Amsterdam’a gittikten sonra şarkı yazıyor...

        - Şarkının yazıldığı kişi, bir ara iktidar partisinde bizzat görev almış kişi...

        Diğer Yazılar