Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Londra’daki vahşetin bana neler hatırlattıklarını, editörün notu kıvamındaki şu dört maddeyle anlatayım:

        - Geçtiğimiz hafta 120 İngiliz askeri NATO’nun görevlendirmesi kapsamında Estonya’ya gönderilmiş ve törenle karşılanmıştı. İngiliz basını, askerlerin Rusya’ya karşı caydırıcı olma maksadıyla gönderildiğini yazmıştı.

        - ABD ve İngiltere, önceki gün, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 8 ülkenin havayolu şirketlerine kabinde laptop, DVD player bulundurma yasağı getirmişti. Bu düzenlemenin de elektronik cihazlarla saldırı hazırlığı yapıldığına dair ihbarlar üzerine alındığı açıklanmıştı. Oysa Londra’daki saldırıyı yapan kişinin bir otomobil ve bir bıçaktan başka hiçbir şeyi yoktu. Bu olayla birlikte zaten bildiğimiz acı gerçeği bir kez daha gördük. Bir cani terör estirmeyi kafasına koymuşsa, bırakın laptopu, silahı yasaklamak bile kâr etmeyebiliyor. Terör taktik değiştirirken, polisin ve istihbarat örgütlerinin işi de zorlaşıyor.

        - Dün, Belçika’daki DEAŞ saldırısının yıldönümüydü. 33 kişinin öldüğü Zaventem Havaalanı’ndaki saldırı, Paris’teki saldırıların devamı niteliğindeydi. Londra da Zaventem ve Berlin’deki terörün devam gibi görünüyor.

        - DEAŞ, 2.5 yıldır İngiltere’yi tehdit ediyordu. Saldırıyı DEAŞ’ın yaptığı anlaşılırsa, bu örgütün İngiltere’yi kendi topraklarında hedef aldığı ilk saldırı olacak. Bu, metropollerdeki saldırıların artacağının işareti olabilir.

        BU NEYİN KAVGASI?

        Devletler, kendilerine karşı oynanan kirli oyunları zorlanmadan görürler. Gelgelelim, ellerinden gelse, bildikleri hakikati kendilerinden bile saklarlar.

        Maruz kaldığı saldırıyı gizleyen devletlerin hepsi bir değildir. Bir grup vardır ki gizli misilleme ilkesiye hareket eder. Rusya böyledir mesela... Askeri, siyasi, ticari ve sivil nice uluslararası örgütün gücünü kullanma lüksünü elinde tutan büyük Batı devletlerini de aynı kategoriye ekleyebiliriz.

        Geçen yıl 19 Aralık’ta Rusya’nın Ankara Büyükelçisi Karlov’a düzenlenen suikastı hatırlayın... Putin’in ağzından herhangi bir odağı doğrudan suçlayan bir söz duydunuz mu? Duymadınız, duyamazsınız. Tipik bir yakın zaman örneği de Karadağ’dan. Geçen yıl ekim ayında Karadağ’ın NATO üyeliğini savunan başbakanına yönelik suikast son anda önlendi. Komplonun arkasında Rusya’nın olduğunu yazdı Batı medyası. Amaç mı? Batı yanlısı başbakan öldürülüp yerine Rus yanlısı bir lider getirilecekti. Komplo yeterince net olmasına rağmen NATO’nun patronu ülkelerden çıt çıkmadı.

        Bir de ikinci grup devletler var. Bunlar karşı karşıya kaldıkları dış merkezli ekonomik, siyasi veya istihbari operasyonları not etmeyi çok severler. Onların önceliği gerilimden kaçınmaktır. Pek çok orta, küçük hatta Endonezya, Japonya ve Hindistan gibi büyük ölçekli devlet, bu kategoride yer alır. Uzlaşma ihtimaline zarar vermeme adına, bu ülkelerin liderleri de mutlak ketumiyet ilkesinden ayrılmaz.

        Yakın bir zamana kadar Türkiye ikinci grupta yer alıyordu. Bu tercih, avantajları kadar dezavantajları da olan bir stratejinin eseriydi. Türkiye, (1974 Kıbrıs müdahalesini saymazsak) güçlü devletlerin hışmına uğramamak için kendisine “Dur!” denilen yerde de dururdu. Batı’nın kendisine sunduğu yarı-bağımsız devlet rolüne ram olmuş bir Türkiye’ydi bu. Eski stratejinin dezavantajı, bir medeniyet devleti olma iddiasından vazgeçilmesiydi. Bu kabullenişin avantajıysa Batı’nın koruyucu kanatları altında kendisine müsaade edildiği ölçüde muasırlaşabilmekti.

        Bugün geldiğimiz noktada Türkiye, bu anlaşmanın artık sürdürülemez olduğunu düşünüyor. Ankara, türlü saldırılara rağmen daha adil bir anlaşma talebinden vazgeçmiyor.

        Biz burada Batı’nın laptop yasağını, FETÖ’yü-PKK’yı savunan açıklamalarını konuşsak da meselenin özünde bu kavga yatıyor. Rusya’nın Karadağ’da yapamadığını Batı Türkiye’de yapmak istiyor. İşin kötü tarafı Türkiye’nin talepleri konusunda Rusya da Batı’dan pek farklı şeyler düşünmüyor.

        Diğer Yazılar