Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        KNUT ölmüş. Hani o Berlin Hayvanat Bahçesi’nde doğduktan sonra annesi tarafından terk edilen ve tüm hayvan severlerin biricik sevgilisi olan Knut. Henüz neden olduğu bilinmiyor ama titremiş titremiş atmış kendini kaldığı yerdeki havuza ve boğulmuş. Annesi sandığı bakıcısının ölümünden sonra kendine gelememiş diyorlar. Öldükten sonra sebep çok da önemli gelmiyor. Ama zaten konumuz tutsak Knut’un ölümü değil. Ölümünün arkasından olanlar. Knut Berlin Hayvanat Bahçesi’nin en çok ziyaret edilen hayvanlarından biriydi. Ölümü de gündüz vaktine denk geldiğinden birçok insan ölüm anlarını kaydetmiş. Ve bu kayıtlar bir bir video paylaşım sitelerinde boy göstermeye başladı. Olaylar da buradan sonra gelişmiş ve bu videoyu alıp kullanan Amerikalı önemli kadın portalı Jazebel.com da bu viedoyu yayınlamış. Ancak ardından okurları tarafından gelen yoğun tepki nedeniyle bir açıklama yapmaksızın kaldırmak zorunda kalmış. Bu olay önceki gün sanal âlemde en çok konuşulan konulardan biriydi. Kimse Knut’un ölüm öncesi gelişen kontrol dışı kasılmalarını izlemek istememiş. İşte buradan zurnanın zırt dediği yere; ülkemize ve İbrahim Tatlıses’in vurulması sonrası gelişen olaylara geçiyoruz. Bizde ise durum çok farklı. Tatlıses’in yaralı olarak ilk getirildiği Levent’teki özel sağlık kuruluşu, gizli kameralarının yaptığı ne kadar kayıt varsa hepsini basına dağıtmakta bir sakınca görmedi. Tatlıses’in kanlar içinde sedyede yatan fotoğrafı neredeyse tüm gazetelerde yayınlandı. Ama bu görüntülerin şahikası ATV Ana Haber’de yayınlandı. Bu görüntülerde Tatlıses Acıbadem’e götürülmek üzere çıkarılırken üzerinde neredeyse hiçbir şey olmadan sedyede yatarken görünüyordu. Eğer başımızdan vurulmuş halde sedyede yatarken ve ailemiz kişisel haklarımızı koruyamayacak kadar acılı ve şaşkınsa hiçbir sağlık kurumunun etik görevi yok mu? Bunlar mahrem görüntüler değil mi? Tatlıses’in ailesinin yerinde olsam bu görüntüleri ortalığa saçan ve hastasının mahremiyetini çiğneyen sağlık kuruluşuna dava açardım. Çünkü bu işin gerçekten şakası yok. Kimsenin, kimsenin kanlı görüntülerini ortalığa saçmaya hakkı yok!

        E-şifre değiştirilebiliyormuş

        DÜNKÜ, türkiye.gov.tr ile ilgili, devletin e-şifresi yazıma, postaneye gidip şifresini almış okurlardan cevaplar yağdı. Meğerse alınan şifre değiştirilebiliyormuş. Tamam paniğe mahal yok dostlar. Ama bu şifrenizi unuttuğunuzda 10 lira vermeniz gerektiğini, şifrenin neden daha teknolojik yöntemlerle ve bedava alınamadığını mazur göstermiyor. Kişisel olarak hiç de postaneye gidip e-şifre kuyruğuna girmeyi göze alamıyorum. Devleti internete taşıyıp hakkımız olan bilgileri bizimle paylaşabilmek için 1 lira isteyen ve bizi postaneye çağıran devletin, internet kullanma fikrini içselleştirebildiğine kimse inandıramaz beni.

        Bu fikirleri gönül rahatlığıyla çalabilirsiniz

        DÜN Twitter’da paylaşımlarını ilgiyle takip ettiğim Füturistler Derneği Başkanı Ufuk Tarhan ilginç bir sitenin haberini paylaştı. Ufuk Hanım’ın anlattığına göre www.fikrimical.com’un yaratıcısı olan Tülin ve Zuhal isimli iki teknokolik kadınmış. Üstelik bu projeyi birbirleriyle tanışmadan, sosyal ağlardan iletişim kurarak gerçekleştirmişler. Site çok basit bir prensip üzerine kurulu. İlginç olduğunu düşündüğünüz bir fikriniz varsa girip fikrinizi paylaşıyorsunuz. Fikrinizi kimin çalmasını istediğinizi de anlatıyorsunuz. Sonra neşe içinde fikrinizi tüm detaylarıyla anlatıyorsunuz. Siteyi incelerken gördüğüm ilginç fikirlerden biri “Eti Puf paketleri daha kolay açılsın” şeklinde idi. İlginç olan Eti’den bir yetkilinin bu fikre yanıt vermiş olmasıydı. Modern Zihni Sinir fikirleriyle tanışmak için siteyi ziyaret etmenizi tavsiye ederim.

        Dünyaya biraz geç geldik galiba

        ERGENLİK dönemim çok mutlu geçmişti. Teyzelerim, anneannem ve çekirdek ailemizle mutlu mutlu yaşardık. Mersin çok güzel bir sahil kentiydi o günlerde. Bugün klasik olan birçok müzik albümü yeni yayınlanmıştı ve dinlemeye doyamazdım. Babamın plak koleksiyonu, uzun müzikal keşif yolculuklarına çıkarırdı beni. Yazın Ayvagediği yaylasındaki evimizin tavan arasında saatlerce plak dinler geleceğimle ilgili hayaller kurardım. Televizyon tek kanallıydı ve film izlemenin bambaşka bir keyfi vardı televizyonda. TRT’nin mükemmel film ve dizi seçimleri ekrana yapıştırırdı beni. Tek derdim vardı bir an önce evden çıkıp üniversiteye gidip bağımsızlığımı ilan etmek ve kendi özgürlük krallığımı yaratmak. Şimdi 35 yaşımdan o günlere baktığımda annemlere gıpta ediyorum. Ben de onların 35’lerini yaşadığı günlerde yaşamak isterdim sanırım. Küreselleşen, doğal afetlerin akıl çıkartacak boyutlara ulaştığı, Facebook’un tüm gönül kalelerini zaptettiği, yalnızlık kelimesinin bile karşılığını tam olarak veremediği bireysel yalnızlaşmanın dört yanımızı sardığı günlerde orta yaşlarımı yaşıyor olmak zaman zaman çok boğuyor beni. Nefes alamıyorum. Biz galiba geç geldik dünyaya. Nostaljimiz de erken başladı o yüzden...

        Diğer Yazılar