Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Türkiye’de dizi setlerinde rastlamayacağımız türden bir açık büfenin önündeyim. Yok yok. Kuyrukta, önümde bekleyen genç kızın boynunda derin bir bıçak yarası var! Kafa derisi iyice çürümüş! Altından çıkan parçalar sanırım bir zamanlar beyniymiş. Üzerindekiler kirden simsiyah olmuş. Ah, dur bakayım, yan döndü şimdi... Ay, kafanın yarısı yok! Göz çukurunda solucanlar mı var ne? Ama bak yine de nezaketten ödün vermiyor. Arkamdaki adamcağızınsa hali daha fena. Onda, önümdeki kızcağızdaki tek göz de yok. Dişleri de tamamen dışarıda. Kolun biri gitmiş... Sakinliğimi korumaya çalışarak tabağıma et parçaları koyuyorum. Ama sanırım midem bu kadar korkunç görüntüyü kaldıramayacak, derken genç bir oğlan bana iyilik olsun diye çatal bıçak uzatıyor. Onun kafasına da bıçak saplı. Her yeri kan revan... Atlanta’da adeta gözlerimiz bağlı olarak götürüldüğümüz bilinmeyen bir yerdeyim. Pencereleri simsiyah bir midibüsle getirildiğimiz mekân, dev bir film stüdyosu. Fox International’ın son dönemdeki en başarılı dizilerinden birinin setinde, Walking Dead’in yürüyen ölülerinin arasındayım! Ve stüdyoda yemek vakti... TAM 10.9 MİLYON İZLEYİCİ Zombi dediğinizde siz hangi filmi tercih edersiniz bilemem ama, ilk tanışıklığım, Michael Jackson’un Thriller videosu iledir. En sevdiğim Zombi filmi ise Shaun of The Dead yani Ölülerin Şafağı’dır. Zombinin korkutmayanını severim yani. Ama Walking Dead’in zombileri öyle değil. Hırlıyorlar, ısırıyorlar, çok acımasızlar. 2010’da bir çatışmada yaralanan Rick Grimes’in hikâyesini anlatan dizi, Grimes’ın komadan çıktığında bilinmeyen bir virüsün insanları zombiye dönüştürdüğü ve tüm dünyanın bu virüsün tehdidinde olduğunu öğrendiği bölümle başlamıştı. Ardından Grimes’ın yanına katılan yan karakterlerle bir yol hikâyesine dönüşmüştü. Kahramanlarımız kendilerine sığınacak güvenli bir yer ararken bir yandan da zombi saldırılarıyla başa çıkmaya çalışıyordu... Amerika’da çok popüler olan bir çizgi romandan uyarlanan dizi geçen hafta dünya çapında bir rekor kırarak üçüncü sezonuna başladı. Tam 10.9 milyon izleyici sayısına ulaşan Walking Dead, bir kablolu kanalda tüm zamanların en yüksek izleyicisi sayısına sahip dizisi olarak da tarihe geçmiş oldu. Üstelik ilk bölümdeki yüksek aksiyon katsayısı bu sezonun ilk iki sezondan daha sert geçeceğinin garantisi gibi. İşte ben şanslı bir fani olarak bu ilk bölümün çekimlerini yerinde, Atlanta’nın küçük kasabası Senoia’da izledim.

        Dizinin yeni setine geçmeden önce geçen sezon kullanılan ve belediye reisinin evinin de bulunduğu küçük kasabaya uğradık. Burada çekimler yapılırken hayat da bir yandan devam ediyormuş. Belediye reisinin evi dışında tüm mekânlar gerçek. Çekimler sırasında yerli halktan iki şey rica ediliyormuş. Birincisi dükkânlarının vitrinlerine, terk edilmiş izlenimi vermek için beyaz örtüler asmaları, ikincisi de bahçelerindeki ve yol kenarlarındaki çimleri kesmemeleri. Dünya çapında bir zombi felaketi yaşanırken kimsenin çimlerini kesmeyi düşünmeyeceği savıyla dizi yapımcılarının aldığı bu karara, kasabalarının reklamı için tüm halk uymuş. Şimdi de kasabaya tıpkı bir zamanlar bizim Asmalı Konak izleyicilerinin dizinin çekildiği yerlere yaptığı gibi turlar düzenleniyor. Kalabalık gruplar gün boyu dizinin havasını solumaya çalışıyor. Asıl set bu yıl bir stüdyoya kurulmuş. Ama stüdyo deyince öyle elinizi korkak alıştırmayın, dev bir platodan bahsediyorum. Stüdyoya girmeden önce içeride fotoğraf çekmeyeceğimize dair 1 milyon dolar cezai şartı olan bir sözleşme imzaladık. Dizinin sezonu başlamadığı için fotoğraf sızmasından ödleri patlıyordu. Bu da bana dünya gözüyle bir zombiyle fotoğraf çektirme keyfine mal oldu. Neyse, kişisel acılarımla zamanınızı almayayım. Bu sezonun bel kemiğini oluşturan hapishane dekoru hakikaten çok görkemli olmuş. Hapishane avlusuna girilen dev kapı 3 büyük platoya aynı anda açılıyor. Bunların biri hapishanenin dış görüntüsünü oluşturan kule ve bahçeyi içine alıyor. Biri hapishanenin içi ve labirenti andıran karanlık koridorları, diğeri de yönetim binasının olduğu plato. İlk olarak labirent görünümlü platoya giriyoruz. Hapishanenin koridorları tamamen gerçek hissi yaratıyor. Hiç ışık yok. Set görevlisinin elinde tuttuğu el feneriyle yavaşça ilerliyoruz. Duvarlar fışkırmış kanla kaplı. Bir yerde dokunmamıza izin veriyorlar; yapış yapış bir sıvı. Meğerse dizide oluk oluk kullandıkları kanı mısır şurubu ve kırmızı boyadan yapıyorlarmış. Kapkaranlık koridorda korku tünelinde gibiyiz. Görevli bir an elindeki el fenerini yere tutuyor, biz çığlık çığlığa korkudan kalp krizi geçirecek gibi oluyoruz. Yerde resmen gerçek bir ceset var. Kafası ezilmiş. Her yer kan. Ayakkabılarımız yere yapışıyor. Allah’ımmm korkudan ödüm patlıyorrr! ‘Çimlerinizi kesmediğiniz için teşekkürler’

        Üst düzey konfor

        Bizim çekimde olduğumuz gün Rick (Andrew Lincoln), Michonne (Danai Gurira), Maggie (Laureen Cohan), Glenn (Steven Yeun), Daryl (Norman Reedus), Hershel (Scott Wilson) ve benim dizideki en favori kahramanım Merle (Michael Rooker) setteydi. Uzaktan, çektikleri sahneyi izledik. Sıkı bir çatışma sahnesiydi. Ancak özel efektler konmadan hayli komik görünüyordu. Setteki düzen daha önce tanık olmadığım bir düzeydeydi. Her sanatçı için dev karavanlar vardı. Ve işi biten hemen kendini karavanına atıyordu. Karavan deyince, kafanızda tatil karavanı gibi bir şey canlanmasın. Bayağı yürüyen evler bunlar. Kimi içinde köpeğini besliyor, kimi meditasyon yapıyor. Ama tüm oyuncular deyim yerindeyse köpek gibi çalışıyorlar. Dizide kıyamet sonrası dünya anlatıldığı için her yer çöpler ve toz kaplı. Oyuncular toz içinde işlerini yapıyor. Bu nedenle de her sahne sonrası ara veriliyor. Setten ilginç bir not da sette çalışan herkesin, oyuncular dahil aynı yerden yemek yiyor, aynı yerden içecek ve atıştırmalıkları alıyor olması. Öyle bizim setlerimizdeki gibi bir hiyerarşi yok. Tamam bütçeleri başka türlü ama insana insan gibi davranmak için ille de dev bütçelere gerek olmadığını anlamamız için hayli zamana ihtiyacımız var gibi görünüyor.

        ‘Çimlerinizi kesmediğiniz için teşekkürler’

        Dizinin yeni setine geçmeden önce geçen sezon kullanılan ve belediye reisinin evinin de bulunduğu küçük kasabaya uğradık. Burada çekimler yapılırken hayat da bir yandan devam ediyormuş. Belediye reisinin evi dışında tüm mekânlar gerçek. Çekimler sırasında yerli halktan iki şey rica ediliyormuş. Birincisi dükkânlarının vitrinlerine, terk edilmiş izlenimi vermek için beyaz örtüler asmaları, ikincisi de bahçelerindeki ve yol kenarlarındaki çimleri kesmemeleri. Dünya çapında bir zombi felaketi yaşanırken kimsenin çimlerini kesmeyi düşünmeyeceği savıyla dizi yapımcılarının aldığı bu karara, kasabalarının reklamı için tüm halk uymuş. Şimdi de kasabaya tıpkı bir zamanlar bizim Asmalı Konak izleyicilerinin dizinin çekildiği yerlere yaptığı gibi turlar düzenleniyor. Kalabalık gruplar gün boyu dizinin havasını solumaya çalışıyor. Asıl set bu yıl bir stüdyoya kurulmuş. Ama stüdyo deyince öyle elinizi korkak alıştırmayın, dev bir platodan bahsediyorum. Stüdyoya girmeden önce içeride fotoğraf çekmeyeceğimize dair 1 milyon dolar cezai şartı olan bir sözleşme imzaladık. Dizinin sezonu başlamadığı için fotoğraf sızmasından ödleri patlıyordu. Bu da bana dünya gözüyle bir zombiyle fotoğraf çektirme keyfine mal oldu. Neyse, kişisel acılarımla zamanınızı almayayım. Bu sezonun bel kemiğini oluşturan hapishane dekoru hakikaten çok görkemli olmuş. Hapishane avlusuna girilen dev kapı 3 büyük platoya aynı anda açılıyor. Bunların biri hapishanenin dış görüntüsünü oluşturan kule ve bahçeyi içine alıyor. Biri hapishanenin içi ve labirenti andıran karanlık koridorları, diğeri de yönetim binasının olduğu plato. İlk olarak labirent görünümlü platoya giriyoruz. Hapishanenin koridorları tamamen gerçek hissi yaratıyor. Hiç ışık yok. Set görevlisinin elinde tuttuğu el feneriyle yavaşça ilerliyoruz. Duvarlar fışkırmış kanla kaplı. Bir yerde dokunmamıza izin veriyorlar; yapış yapış bir sıvı. Meğerse dizide oluk oluk kullandıkları kanı mısır şurubu ve kırmızı boyadan yapıyorlarmış. Kapkaranlık koridorda korku tünelinde gibiyiz. Görevli bir an elindeki el fenerini yere tutuyor, biz çığlık çığlığa korkudan kalp krizi geçirecek gibi oluyoruz. Yerde resmen gerçek bir ceset var. Kafası ezilmiş. Her yer kan. Ayakkabılarımız yere yapışıyor. Allah’ımmm korkudan ödüm patlıyorrr!

        En ilginç deneyim bir zombiye dokunmaktı

        Setin en büyük salonlarından biri özel efekt grubuna ayrılmış. Kendi adıma en merakla gezdiğim yer burası oldu. Bu bölümde marangozlar, makyaj sanatçıları ve set işçileri harıl harıl sette kullanılan ölü zombileri hazırlıyorlar. Alçı ve sinek teline benzer bir malzemeden gerçek görünümlü bacaklar, kollar yapıyorlar. Her masada zombi parçaları var. Önlerinde efekt artistlerinin çizdiği resimler, yaptıkları zombileri onlara benzetmeye çalışıyorlar. Ardından dev bir karavana geçiyoruz. Burası da yaşayan ölülerin makyajlarının yapıldığı yer. Bir oyuncunun makyajı, eğer bölümde ağırlığı bir zombiyse 2 saati buluyormuş. Figüranlar sabah 07.00’de sete gelip 09.00’da çekime girecek şekilde makyaja giriyorlar. Kullandıkları silikon malzeme öylesine ince ki gerçeklik duygusunu pekiştiriyor. En ilginç deneyim bir zombiye dokunmaktı. İncecik silikon sanki gerçek bir ölüye dokunuyor hissi yaratıyordu. Figüranlar günde 100 ile 250 dolar arası ücret alıyorlar ve gün boyu o sıcakta ağır zombi makyajıyla dolaşmak zorundalar. En büyük sıkıntıyıysa yemek yerken yaşıyorlar, çünkü yüzlerindeki silikon dudaklarını kıpırdatmalarına izin vermiyor.

        Diğer Yazılar