Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        İkinci Kat projesi Kasap son derece estetik bir sahnelemeyle insanın kanını donduran bir konuyu sürreal bir dil ve sembolik kodlarla ve yine de gerçeklikten kopmadan mesele ediyor. İnsan ne kadar vahşi olabilir ve doymak bilmez insanoğlu en şiddet dolu söylemleri doğrulayacak bilgiyi nasıl inşa eder? Sorgulanamaz ‘doğrular’ bir kez ‘gerçek’ ve ‘bilgi’ olarak kabul edildi mi sual edilemez yasa ve kurallar içinde insan kalmak mümkün müdür? Sonuçta kurallara göre yaşayan insanoğlu suçlanabilir mi? Kimsenin suçlamadığı ve normlar doğrultusunda yaşayanlar asıl vahşiler midir? Oyun tüm bu evrensel soruları et ve kan üzerinden direkt soruyor ancak tiksindireceği yerde yine de sahne estetiğini ve yarattığı plastik duyguyu metnin hücrelerine yedirmeyi başararak tuhaf, fırtınalı ve iğreti eden sorgulamalara neden oluyor. Dolayısıyla gayet sert, kaba ve soğuk bir mesele doğru sahnelemeyle temiz, titiz ve yenilikçi hatta estetik bir oyuna dönüşüyor.

        Üstelik meydanları, sokakları, kalpleri kan lekesiyle dolu ve acıların taptaze olduğu günümüz seyircisine balık sırtı zor bir konu hassasiyetle verilirken ucuz ve kolay göndermelere tevessül etmiyor. Bu yüzden Kasap zor, özel, ilginç ve direkt bir dille etkiliyor. Diğer canlıları yiye yiye bitiren insanoğlunun artık insan eti yeme kararı ve önce bu kararı ‘doğru’, ‘gerekli’ ve ‘mantıklı’ bir düzlemde bilgiye dönüştürmesi ve sonrasında bilgiler ışığında insanı kıtır kıtır kurban etmesinin doğal bir gerçeklik olma süreçleri korku ve heyecan yaratıyor. Çünkü seyirci önce kendi içindeki örtük vahşetten, korkunç insanlık tarihinden ve ne yazık ki bugünün oluk oluk kanla çalışan kirli politikasından biliyor ki oyundaki mesele gerçekleşebilir. İnsanoğlu yarın öbür gün hatta gerekli olduğuna inanırsa bugün insan yiyebilir. Ne yazık ki post modern dünyanın gelişen teknolojisi, güçlü bilgi ve iletişim ağları henüz insanoğlunun vahşetine ve açgözlülüğüne çare bulamadı ve çare arıyor gibi de görünmüyor. Belli ki oyunda da söylendiği gibi ‘insan vicdanı istatiksel çalışıyor’ galiba ve vicdanı susturmanın yolu sadece mideyi doldurmak değil vicdanları da etle doyurmaktan geçiyor.

        Yazar Halil Babür’ün dinamik ve net dili kimi zaman çok direkt sembollerle köşeli mesajlar yağdırarak seyircinin düşünce özgürlüğüne müdahale ediyor. Belki de kısaca ve sadece cüretkar denmeli!

        Yönetmen Güray Dinçol, ete ve kana doymayan insanoğlunun hikayesini korku komedi türlerinin dengesinde nesnel ve ayrıntılı oyuncu performanslarıyla harmanlayarak veriyor. Atmosferin ve akışın seyirciyi teslim alan gücü yönetmenin başarısına işaret ediyor elbette. Dekor, kostüm, renk, ışık ve genel atmosferde tanımadık hiçbir öğe olmamasına karşın tüm detayların uyumsuzluğu ve bir arada sunulması çok şey söylüyor.

        Oyunculuklar ise ‘beden ve performans’ derslerine örnek verilecek nitelikte tempolu, uyumlu ve akıcı. Evrim Doğan sahneye büyü ve estetik katan ışıklı bir oyuncu ve tabii yine seyir zevkini fazlasıyla tatmin ediyor. Mert Denizmen, Oğuzhan Ayaz, Melis Öz ve Adnan Devran’ın sergiledikleri performans ise tempolu uyumlarından dolayı nefes aldırmadan seyirciyi aktif izlemeye mecbur kılıyor. (Arada gizlice telefonuna bakma ihtiyacı doğurmayan cinsten!) Sahne geçişlerindeki kopukluk kısa boşluklarla şaşkınlık yaratıyor, belki de nefes aldırmak için özellikle yapılıyor. Her halükarda bu genç ve cesur ekibin işi izlenmeyi ve alkışı hak ediyor.

        Diğer Yazılar