Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        YILLARDAN beri bir hikâye anlatılır.

        Muhafazakârlığın ve dini değerlerin güçlü olduğu Türkiye’nin en büyük gücünün, aile değerlerinin sağlamlığında yattığı söylenir.

        Ben de buna inanır, muhafazakâr ve dini değerlerim güçlü olmadığından, “Acaba bendeki eksiklik, aile terbiyesi olabilir mi?” diye endişelenirdim.

        Çünkü aile terbiyesi, insanın temeldeki çıpasıdır.

        Onu karaya atıp bağlarsanız, denizler ne kadar çalkantılı olursa olsun kayık uzaklara açılamaz, batmaz da.

        Aile terbiyesi, insana hayattaki sınırlarını koyar; ona denge ve izan verir.

        Ben hayatta hiçbir zaman ahlak söylemleriyle yaşayan, başkalarına ahlak dersleri veren bir insan olmadım. Yan terbiyeli olmadım. Ama hep sınırlarım oldu.

        Onların dışına hiç çıkmamaya dikkat ettim.

        Yazarlığımda da bu böyleydi, hayatımda da.

        Anne ve babamın zamanında çektiği kulaklarımın acısıyla oluşan o sınırlar, hayatım boyunca beni kendi kara parçama bağlayan çıpam oldu.

        Ben ahlak söylemleriyle yaşamayan bir insan olarak son yıllarda Türkiye’nin gittikçe muhafazakârlaşmasının ve aile değerlerinden konuşulmasının artmasını izliyorum.

        Aynı zamanda görüyorum ki, bu söylemler yaygınlaştıkça ahlaksızlık, ilkesizlik ve terbiyesizlik de artıyor.

        Eğer kendisine muhafazakâr diyen bir gazeteci, başkalarına böylesine ilkesiz ve ahlaksızca saldırabiliyorsa veya bir kadının namusuna yönelik bu kadar haysiyetsizce konuşabiliyorsa, başka zamanlarda ne kadar ahlaktan, dini değerlerden bahsetse de o kesinlikle aile terbiyesinden yoksundur.

        Bunlar azınlıkta da değiller.

        Yeni Türkiye diye anlatılan şeyde bunlar hem medyaya hem de hayatın her alanına egemen oldular.

        Söylemleri onlar belirliyorlar. Aile terbiyesinden yoksun insanlar tarafından çevrelenmiş etrafımız.

        Yıllardır seküler, modern bakışlı olduğumuzdan bizlerin ahlakını sorguladılar, sıra onlara kendilerini gösterme zamanı geldiğinde de temel aile terbiyesinden bile yoksun olduklarını gösterdiler.

        Bu durum, “muhafazakârlık” kavramının Türkiye trajedisidir.

        Global düzeyde kendi ahlak sistemini kurup yükselme arayışları olan muhafazakârlık, bu aile terbiyesinden yoksun insanlar yüzünden Türkiye’de ölmüştür.

        Seküler ahlak, yıllardır saldırı altındaydı; yerine hâkim kılınmaya çalışılan muhafazakâr ahlak da aile terbiyesi yoksunluğundan dolayı çöktü.

        Sonunda Türkiye’de şu anda bir ahlak boşluğu yaşanıyor.

        Aslında ahlak kavramı, felsefenin uğraştığı en zor konulardandır.

        İnsan olup da aynı zamanda ahlaklı olmak hem zor başarılan hem de teorisi zor yapılan bir şeydir.

        Ancak bunu yapmayı da, kendileri bu açıdan çok sorunlu olan muhafazakârlara bırakamayız.

        Türkiye’deki ahlak boşluğunu, seküler ahlak ve modern insanın ahlakı doldurmalıdır.

        İnsani bir ihtiyaç olan, belirli sınırlar içinde dekadans yaşama ihtiyacını da dışlamadan bir seküler ahlak üzerine konuşulmalı ve bu inşa edilmelidir.

        Türkiye’ye önümüzdeki yıllarda yön verecek, siyasetten daha çok budur.

        Diğer Yazılar