Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Şunu bir kenara yazın: “21’inci yüzyıl ileride tarihçiler tarafından demokrasi kavramının iyi olmaktan çıkıp kötü bir kavram olarak algılandığı bir yüzyıl diye anılacak.”

        20’nci yüzyılın kötü kavramları “faşizm, totalitarizm, Stalinizm, diktatörlük”tü.

        Buna karşın geçen yüzyılda demokrasi daima “iyinin, ilerlemenin, güzelin” kavramı olarak kabul edildi.

        Yüzyıl boyunca merkez ülkelerde demokrasiler olgunlaştı, kalite artırıldı.

        Ernest Mandel’in söylediği gibi, geç kapitalizme (late capitalism, der spatkapitalismus) geçildi. Gelişmekte olan kapitalist ülkeler, bunu bir ideal olarak görüp bu hedef için çalıştılar.

        İçinde bulunduğumuz çağda demokratik süreçlerin, global dünyanın karşı karşıya olduğu sorunları çözmeye yetemeyeceği, şu anki dünyanın hızlı hareket edebilen, hızlı kararlar alan güçlü liderlere ihtiyacı olduğu, ancak bu tür liderlerin koordine etmesiyle dünyada güvenliğin, istikrarın sağlanabileceği yolunda bir duygu var.

        Bu neredeyse kolektif bilinçaltlarımızdan gelen bir duygu.

        İçinde bulunduğumuz yüzyılın global dünyasına damga vuran diğer kavramlar da “güvenlik” ve “istikrar”dır.

        Hatta ender bulunabilen güçlü liderlerin yönetime getirilmesinin, demokratik süreçlere, oy verme işlemlerine bırakılmaması gibi bir düşünce de yavaştan oluşuyor.

        Kendisini gaza getirip tek bir amaca yönelmiş oy gücüyle halkın yanlış sonuçlar oluşmasına yol açabileceği, bunun da tehlikeli sonuçlar doğuracağı mırıldanılmaya başladı.

        DEMOKRASİNİN ANA ÇELİŞKİSİ

        Bu demokrasinin temelindeki ana çelişkidir diyebiliriz de.

        Oy verme süreçlerine ve halkın kararlarına saygıya dayanan o sitemde, devletin derin ve gizli bilgilerinden habersiz olan, global ilişkilerin nasıl işlediğini bilmeyen halkın oylarıyla doğru sonuçları nasıl getirebileceği sorusu da çözümsüz bırakıldı.

        Bu iç çelişkinin ne kadar da vahim sorunlar yaratabileceği İngiltere ve Amerika’da görüldü.

        İki ülkede de kendisini demokrasinin şehvetine kaptırmış ve gaza gelmiş çoğunluklar, İngiltere’yi Avrupa Birliği’nden çıkardılar.

        Amerika’da ise devletin merkezindeki tüm değerleri reddeden ve öğrenmek de istemeyen bir adamı başkan seçtiler, o da dün göreve başladı. İngiliz halkı, Avrupa Birliği’nden çıkmanın ülkeye ne getirip ne götüreceğini ölçmeden oyunu verdi; çünkü yabancı düşmanlığı cinnetine düşmüştü.

        Amerika’da devletin merkezindeki değerler reddedildiğinden yabancı düşmanlığını içselleştirmiş adamlardan oluşun bir kabineye yol açtılar.

        İki ülkede de çoğunluklar cahil ve öğrenme özürlüsü. Buna rağmen iki büyük ülkeyi yönlendirme gücü onların elinde. 21’inci yüzyıl bu gücün onların elinden alınmaya başlandığı yüzyıl olacak.

        Demokrasinin aslında iyi bir şey olmadığı ve ülkeleri uçurumun eşiğine getirebileceği teorileri de yapılmaya başlanacak.

        SAVAŞ ÇIKAR MI?

        Böylesine büyük dönüşüm yüzyıllarında global dünyanın yeni düzeninin tam kurulabilmesi için bir büyük savaş çıkması da daha önce kural gibiydi.

        20’nci yüzyıldaki dünya savaşları bunun net örneğidir.

        Tekrar büyük bir dönüşüm içinde olduğumuzdan ve tüm dengeler yerinden oynadığından, “Acaba yeni bir büyük savaş çıkacak mı?” sorusu meşru, sorulması gereken bir soru oluyor.

        Global terör tehdidinin bu şekilde bir büyük savaş ihtiyacını ortadan kaldırabileceğini düşünüyorum.

        Çünkü dünya çapında bir asimetrik savaş zaten var.

        Teröre karşı savaş, geçen yüzyılın dünya savaşlarının yol açtığı sonuçları bu yüzyılda yapmaya elverişli.

        Bu nedenle önümüzdeki büyük transformasyonu yeni bir dünya savaşı ihtiyacı doğmadan atlatabiliriz diye umuyorum.

        AMERİKA'YI YENİDEN BÜYÜK YAPMAK

        Dün başkanlık koltuğuna oturan Donald Trump’ın dilinden düşürmediği, slogan haline getirdiği bir cümle var: “Amerika’yı yeniden büyük hale getireceğiz.”

        Dışarıdan bakan bir insanın bunun ne anlama gelebileceğini anlaması mümkün değil.

        Çünkü hangi alana bakarsanız bakın, ister askeri güç olsun ister ekonomik, her alanda Amerika yeterince büyük gözüküyor.

        “Daha büyük olma arzusu neyi ifade ediyor ve ona oy veren halk bununla ne kastediyor?” bu büyük bir merak uyandırıyor.

        Ben “Acaba bunlar yeni bir büyük savaş kazanacak ABD’yi mi özlüyor?” diye düşünüp korkuyorum.

        BU YETMEZ MI?

        Amerikalıların 2020 yılında online alışverişlerine 632 milyar dolar harcayacakları tahmin ediliyor.

        Bu tür rakamlara bakınca Amerika’yı daha büyük yapmanın ne anlama geldiğini kavramak zorlaşıyor.

        Diğer Yazılar