Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Son yazımda 21’inci yüzyılın paradigmatik hastalığının Endometriozis olduğunu ve kadınlara yönelik önyargılı tavırların nerdeyse bütün kültürlerde yerleşik olmasından dolayı ne bu hastalığın tam anlaşılmadığını ne de tedavisi için bir türlü doğru adımların atılamadığını anlatmıştım.

        Bu önyargılı tavırların nelere mal olduğunu anlamak için kısa bir tarihi gezintiye çıkmadan önce zorunlu bir teknik hatırlatma yapmalıyım.

        Endometriozis hastalığının ne olduğunu ve nasıl oluştuğunu dün anlattım. Ama yeterince vurgu yapmamış olabileceğimden dolayı bunun son derce ağrı veren bir hastalık olduğunu da söylemeliyim. Tıp aleminde ağrı yönetiminin ve ağrıyı kontrol mekanizmalarının çok gelişmemiş olduğu dönemlerde bu yüksek düzeyli ağrının, buna yakalanan kadınlarda birçok fiziksel etkileri olabiliyor ve birçok davranış bozukluğuna yol açabiliyordu.

        O dönemin doktorları ve devletin ideolojik baskı mekanizmalarını elinde tutan otoriteleri bazı kadınlarda gördükleri fiziksel tepkileri yanlış anladıklarından, kadınları çeşitli şekilde damgalayıp suçlayabiliyorlardı.

        SIGMUND FREUDi

        Kadını doğru anlamanın önüne duvar çeken bir önemli isim de şaşırtıcı biçimde Freud’dur.

        Bu şaşırtıcıdır çünkü Freud bilinçaltlarımızı çözümleyerek cinselliği tam anlama amacıyla da yola çıkmıştı onun bir büyük yanlış teşhisle kadınları iyice anlaşılmaktan uzaklaştırması bence büyük bir çelişkidir.

        Freud o dönemde tıbben teşhis koyması mümkün olmayan fiziksel hastalıklardan kaynaklanan davranışlara sahip olan kadınların, elde başka bir kavram olmadığı için, histerik olduğunu söylemiştir.

        Histeri teşhisi daha sonra fiziksel temelli değil ruhsal bir hastalık türü olarak literatüre girdi ve yaygın olarak da kullanılmaya başlandı.

        ‘Rocognizing and Treating Endometriosis; The Doctor Will See You Now’ kitabında da Dr. Tamer Seçkin’in anlattığı gibi bugün uzman bilim insanlarının yaptığı derinlikli çalışmalar sonucunda histerik diye damgalanan kadınların çoğunluğunun aslında Endometriozis hastası olduğu kesin gibiydi

        Bu histerik diye damgalamanın getirdiği kolaylık aslında Endometriozis hastası olan kadınların anlaşılamamasına neden olmuştur ve bu tavır bugünlerde bile hala daha sürdürülmektedir.

        Bu işin tıp aleminin ilgilendiren bölümü ama özellikle son tabu olduğunu bir önce yazımda anlattığım adet kanamasından yola çıkılarak kadınlar hakkında önyargılar oluşturulmasının popüler kültürün çeşitli alalarında nasıl sürdürüldüğünü iki önemli örneği vererek anlatmaya devam etmeden önce Sigmund Freud’un histeri teşhisini oluşturduğu dönemde Avrupa’nın bir önceki dönemde yaşamış olduğu yaygın cadı avlarının kültürel etkisini hala daha taşımakta olduğunu hatırlatmak istiyorum.

        O dönemde bir takım insanların yaptıkları tuhaf davranışlar ve toplum dışı gibi gözüken hareketleri nedeniyle cadı diye suçlanıp kısa bir dini yargılama sonucunda yakılarak cezalandırılıyordu.

        Ben bu dönem hakkında okuyunca cadı olarak yakalanan ve yakılan insanların neden daima kadın olmaları gerektiğini anlamamıştım. Erkeklerin neden cadı olamadığını ve sonuçta cadı tanımının kadının üzerine yapıştırıldığını da kavrayamamıştım.

        Ama sonunda bunun da temelinde bir çok durumda Endometriozis hastalığına dayandığını gördüm ve içim acıdı. Bu hastalığa kapılan kadınlar korkunç acılar nedeniyle yerlerde kıvrandıklarından ve çığlıklar attıklarından onların cadı diye damgalanmaları mümkün olmuştu. Yani bazı kadınlar sadece hasta oluklarından bir dönemde cadı olarak suçlanıp yakılabilmişlerdi.

        Artık cadı suçlamaları, yakılmalar tabii ki yok ama tarihinde bu tür olayların bol olduğu Batı ülkelerinde kadına karşı önyargılar ve adet kanamasının yanlış anlaşılmasından kaynaklanan önyargılı tavırlar hala daha sürdürülebiliyor.

        Önyargıların ve yanlış anlamaların popüler kültür araçlarıyla nasıl güçlendirilebildiğini anlatmak için şimdi iki önemli filmi incelemek istiyorum.

        KADINA KARŞI ÖNYARGILARI GÜÇLENDİREN İKİ FİLM

        Kolektif bilinçaltımıza önyargılı yanlış düşüncelerin nasıl yerleştirildiği konusunda bir örnek vermek için William Friedkin’in yönettiği The Exorcist filmini incelememiz gerekiyor. Filmde içine şeytan girdiği söylenen Regan adlı kız gözümüzün önünde cadılaşmakta, korkunç bir fiziksel görünüm sergilemektedir. Film boyunca adet kanına birçok atıfta bulunulur. Kızın adet görmekte olduğunu gösteren hiçbir direkt çekim yoktur ama Friedkin’in ustalığı kendisini burada gösterir. iFlmde bir kadın vücudundan çıkabilecek her sıvı, idrar, kusmuk sümük neredeyse yakın çekim gösterilir bir tek adet kanı yoktur ama dediğim gibi o hep düşündürülür.

        Bir sahnede kızın beyninde bir hastalık olması gerektiğine karar veren doktorlar çok acı verici olması gereken bir prosedür uygularlar. Boynun altına bir iğne sokulup omurilikte olduğu varsayılan kötü sıvı çekilmeye çalışılır. İğne batırılınca kan fışkırır ve fışkıran bir damla da kızın altında yattığı beyaz örtünün tam da cinsel organının olduğu bölgeye düşer. Sanki bir adet kanamasından sızan kan görüntüsüdür bu.

        Bir başka sahnede şeytan kızı tam ele geçirdiği bir gece kız elindeki haçı cinsel organına saplama hareketi yapmaktadır. Bölge kanlıdır. Kızın o anda adet kanaması olmakta olan cinsel organına mı haçı sürdüğü yoksa haç ile kendisini yaralamaktan dolayı mı kan aktığı yine net değildir ama şeytana dönüşen kadının adet kanı ile bağlantısı olabileceği söylemi bilinçaltımıza oturtulmuştur artık.

        Carrie adlı 1976 yapımı Brian de Palma’nın Stephen King’in aynı adlı romanından uyarlayarak yönettiği filmi de hatırlayın.

        Film çok başarılı bir korku filmi olmasının yanı sıra aynı zamanda toplumumuzda adet kanamasının nasıl utanılacak bir tabu haline getirildiğinin bir dokümanteri gibidir de.

        Filmi bir de bu gözle seyrettiğimizde bu son tabunun aşılmasının ne kadar da zor olduğunu görüyorsunuz.

        Filmde Sissy Spacek küçük bir kasabada liseye gitmekte olan bir genç kızı canlandırıyor. Carrie White aşırı dindar olan annesiyle birlikte yaşamaktadır. Carrie’nin annesi adet kanamasını ve üzerinde konuşulmasını günah saymaktadır. Bu yüzden Carrie konu hakkında hiç bilgilenmemiş olarak liseye kadar gelmiştir. Filmin çarpıcı sahnesinde Carrie sınıfındaki kızlarla birlikte duş aldıkları anda adet kanaması yaşamaya başlar ve o da annesinin etkisinde olduğundan korkup çığlıklar atar, tüm kızlar da onunla alay eder. O anda Carrie adet kanamasından utanılması ve konuşulmaması empoze edilen tüm kadınların sembolü gibidir o sahnede.

        Eve gidince üstüne annesi de onu ‘cezalandırma dolabına’ sokup cezalandırır.

        ADET KULÜBELERİ

        O cezalandırma dolabı sahnesi bana bazı toplumlarda hala kullanılan adet kanaması kulübeleri uygulamasını hatırlattı. Bu kulübeler adet döneminde olan kadınların toplumdan izole edilmeleri için getirilmiş bir uygulamaydı. Adet dönemi kötü, pis başkalarının yaklaşmaması gereken bir kötülük olarak algılandığından adet dönemini yaşayan kadın bir küçük kulübeye sokulup dönemi bitinceye kadar orada tutulurdu. Amerikan yerli kavimlerinde adet dönemi başlayan kız toplumdan ayırılıp ağaç dallarından yapılmış bu kulübelerde tutulurdu. Böylece ev eşyalarına ve özelikle erkeğin kullandığı bir eşyaya dokunmaları engellenirdi.

        Carrier kavimi ergenliğe giren genç bir kızın tek bakışıyla büyük tehlikeler yaratabileceğine, tek bir adımı ile yolları ve nehirleri kirletebileceğine inanırlardı. Bu yüzden bu genç kızlara tüm vücudunu saran yerlere kadar uzanan deriden bol giysiler giydirilir, kollarına da kendi içindeki kötü ruhtan korunması için bantlar takılırdı ve sonra da bu geç kız vahşi tabiatın ortasında dallardan yapılmış bir kulübeye tek başına sokulur ve orada uzunca süre tutulurdu. Canlı canlı gömme denilen bu uygulamada genç kız o karanlık kulübede tek başına tutulurdu.

        Benzer bir uygulamanın 2017 yılında Nepal’de bir genç kıza uygulandığını ve sonuçta kızın öldüğünü o günlerde New York Times’ın yazdığını dün anlattım.

        Carrie’nin başına mezuniyet gecesinde arkadaşları tarafından bir kova kan dökülmesi sonucunda Carrie kendinde bulunan eşyaları uzaktan harekete geçirme gücünü kullanarak annesinden ve arkadaşlarından öcünü alır. Ama sonuç olarak kadının adet kanamasının kadına kötülük yapma gücü verdiği söylemi bu sahneler ile beynimize oturtulmuştur.

        Adet kanamasının böyle atıflarla, bağlantılar ile önyargıların oluşturulması için kullanıldığı daha birçok film bulmak mümkün, edebiyatta da bu tür örnekler var ancak ben sadece iki önemli filmi inceleyerek sorunun derinliğine biraz dikkat çekebildim sanıyorum.

        Özetle birçok toplumun son tabu olarak görüp üzerinde tam ve açık konuşamadığı adet kanamasının doğru anlaşılması hem kadınların fiziksel sağlığı için gerekiyor hem de her toplumun sağlıklı olabilmesi için de bu kaçınılmaz.

        Diğer Yazılar