Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        İNSANIN kendi hakkında kolay, nispeten acısız ve çabuk ölümü seçme hakkı olan ötanazinin Türkiye'de tamamen yasal hale getirilmesinin, ciddi bir toplumsal diyalogdan sonra kolektif bilincimizde kabul edilmesi ve yerleşik bir hayat tarzı haline gelmesinin gerektiğini düşünüyorum ve bunu savunuyorum.

        Yaşım gereği ölümü biraz daha yakından hissetmekte olduğumdan dolayı bunu söylediğimi düşünebilirsiniz. Çok da haksız sayılmazsınız, yaşlanmaya başlayan insanların gençlere göre ölümü daha çok düşünmesinden doğal bir şey yok.

        Ancak Irvin Yalom'un mükemmel kitabı "Güneşe Bakmak Ölümle Yüzleşmek"te gösterdiği gibi, ölüm korkusu bizim peşimizi neredeyse çocukluktan itibaren bırakmıyor.

        Ölünceye kadar onun korkusuyla yaşıyoruz. Yaşlanırken daha yoğun düşünüyor olabiliriz, ama şimdi bana, "Acaba gençler mi yoksa yaşlılar mı ölümü daha çok korkarak düşünüyor" diye soracak olursanız, emin olun bir net cevap veremem.

        "Hayatını dolu dolu, bildikleri gibi yaşamış olan yaşlılar, daha önlerinde yaşayacak çok şeyi olan gençlere göre daha az korkuyorlardır" diye düşünüyorum. Hem sonra yaşanmışlıkla gelen bıkmışlıklar ve tekrardan sıkılmalar da devreye giriyor. Bu yüzden emin olun, bu öneriyi şimdi bu yaşımda ortaya atmam sadece kendimle ilgili aldığım bir karar değil.

        Mesele evimizde son günlerde çok tartışıldı da ondan gündemime girdi. Bizim evde 3 köpek 1 de kedi var. Onların bize verdikleri sonsuz sevgiye karşı biz de onların çekmekte oldukları acıları ifade edememeleri ve duygularını dillendirememelerine karşı çok duyarlıyız.

        Kedimin adı Silvester. 2005 yılında Gümüşsuyu'nda bir evin çatı katında Rana ile birlikte yaşarken "Artık evlenelim" dedik. Çıktık evden, döndüğümüzde karı kocaydık. Biraz oturup dinlenelim derken çatıdan geldi ve açık pencereden eve girdi sarı kedi. Ve girer girmez ev 40 yıldır onunmuş gibi davranmaya başladı.

        Geliş o geliş, bir daha da çıkmadı evimizden. Her yere bizimle geldi, kıtaları aştı, maceralar geçirdi ve hayli de sıhhatli yaşadı.

        10 gün öncesine kadar durum böyleydi. Sonra hastalandı, birden arka ayakları tutmaz oldu. Yaşı insan yaşıyla 90'ı geçmiş olmalı. Hiçbir acı çekmemesi için her şeyimizi seferber ettik. Kediler, köpekler gibi öleceklerini anladıklarında kuytu yerlere saklanırlar, göz önünden çekilirler; Silvester de öyle yapmaya başladı.

        Baktık hali yok, veterinerler iyileşme şansının çok düşük olduğunu ve sakatlığının geçmesinin beklenmemesi gerektiğini söyledi.

        Alp'i de aramıza alıp uzun süre konuştuk. Silvester'in hayli uzun bir yaşamı güzel yaşadığına, şimdi sakat haliyle acı çekmesinin ona yakışmadığına, kendi egomuzu tatmin etmek ve onu birkaç gün daha fazla sevebilmek için acı çeken bir hayatı daha fazla uzatmanın adil ve doğru olmadığına karar verdik.

        Cuma sabahı götürüp uyutacaktık onu. Sabaha karşı baktım, eceliyle ölmüş, inşallah hiç acı çekmemiştir diye düşündüm. Bu gibi durumlarda sevdiğinizin rahat ve acısız ölüme geçiş yapmasını istiyorsanız onun yanında bulunurken tatlı bir uykuyla gelecek ölüme geçmesini savunmak akılcı bir yol olarak görülüyor.

        Tabii ki insanlar söz konusu olunca bizler hayvanlar kadar saf ve temiz yürekli olamadığımızdan, eğer ötanaziyi bir hak olarak isteyeceksek, insanın birbirine yapabileceği tüm kötülük olasılıklarından

        arındırılmış bir süreç yaratmalıyız.

        Bir defa ötanaziyi insanın kendisi isteyecek ve ruh sağlığı da yerinde olacak. Doktorlar hastalık konusunda net konuşacaklar. İyileşme ihtimali net ifade edilecek ve ileriki aşamalarda hastanın acı çekme ihtimali de söylenecek. Ancak bütün bunlardan sonra ölüme acısız ve rahat geçme hakkının işleme konulmasına geçilmeli.

        Kendi hayatına dair rasyonel ve en güzel kararları alabilen bir insanın o hayatı sonlandırma hakkı da olabilmeli. Ölüme güzel ve acısız rahat geçebilme imkânı bir insanın toplam hayat kalitesini yükselten bir durumdur.

        Şöyle düşünün meseleyi, bu dünyada vatandaşlarının toplam yaşam kalitesini en fazla düşünen Nordik ülkelerinde ötanazi hakkı bulunuyor. Onlar değerli insan da bizler niye olmayalım değil mi?

        Risk almadan kalite yakalanamaz

        YOĞUN biçimde televizyon programı üzerinde çalışıyorum ya... Hep duymakta olduğum RTÜK yasakları meselesini pratikte yaşamaya başladım. Acı gerçeklerle yüz yüze kaldım.

        Ben insanın hayatta kaliteyi yakalayabilmesi için bazı riskler alması gerektiğine inanırım. Bazı riskleri göze alacaksınız, başarısızlıktan korkmadan cesur olacaksınız ki, sıradan olanın dışına çıkıp farkı yaratabilesiniz. Ama televizyonda yapabilecekleriniz hakkında her adımda öyle kısıtlamalar koymuşlar ki, hiçbir farklı yaratıcı fikri uygulama hakkınız neredeyse hiç yok.

        Ha, değişik bir şeyler yapabilirsiniz belki ama hep belirlenen sınırlar, katı kurallar içinde kalmak şartıyla. Burada kontrolsüz deneyler yapmayı savunmuyorum tabii ki, böyle bir şey talep etmenin saçma olacağını da biliyorum, ama biraz uçuk düşünmeden, deneyler yapmaktan korkmadan belirli bir düzeyin, farklı ve yüksek bir kalitenin yakalanamayacağını da biliyorum.

        Bu sadece televizyon için geçerli bir durum değil, hayatta da yasaklar ne kadar az olursa, tercihlerimizi, kendimiz için seçtiğimiz hayat tarzını ne kadar özgürce yaşayabilirsek hem toplam hayat kalitemiz artar, hem de kaliteli bir yaşam sürüp paylaştığımız hayatın da kalitesini artırabiliriz diye düşünüyorum.

        Diğer Yazılar