Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        AMERİKA'nın sosyal gelişim sürecine baktığımızda, bir aşamada özellikle orta sınıfın "suburb" diye adlandırılan şehir merkezleri dışında olan ama şehre yakın kasaba benzeri yerlerde evler yaptıklarını görürüz.

        Orta sınıf artık şehirlerdeki artan suç ortamında, çokkültürlülükle, değişik millet ve ırklarla birlikte yaşamak istememektedir ve sadece kendisi gibi olanlardan ibaret bir mahalle istemektedir.

        EVLER DE YAŞAMLAR DA BİRBİRİNE BENZER

        Bu mahalleler kurulmaya da başlandı, hepiniz filmlerden bilirsiniz... Hani mahallenin içinden geçen yolun bir ucundan baktığınızda mahallenin öteki ucunun göründüğü birbirine benzer, askeri bölük nizamında yan yana sıralandığı evlerden ibaret mahalleler vardır ya, bu mahallelere de havadan baktığınızda birbirini düzgün kesen dikdörtgenler görürsünüz. İşte onlar "suburb"lardır.

        Bu âlemde evler nasıl birbirine benziyorsa yaşamlar da birbirine benzemeye başlar.

        Komşular birbirleriyle dedikodu yaparlar. Amerika'da sorsanız bu yerlerdeki insanlar ahlakın ve etiğin koruyucuları ve taşıyıcılarıdır, ama evlilik dışı ilişki toplumda en çok bu yerlerde yaşanır.

        JOHN UPDIKE'IN ANLLATTIĞI DÜNYA

        Amerika'nın büyük romancısı John Updike, suburblarda cinselliğin romanını çok da güzel yazmıştır.

        Bu âlemde insanlar tamamen arabalarına bağlı yaşarlar. "Suburb"da tanım gereği şehirde olduğu gibi mahallede bakkal, kasap ve içki dükkânı bulunmaz.

        Yani evlerde yaşayanlar, temel ihtiyaçlarını karşılamak için bile arabalarına atlayıp yakındaki marketler merkezine gitmek zorundadır. O marketler bir süre sonra suburb insanının en fazla sosyalleşme merkezi haline gelir.

        ARABA VE AİLE

        Bu nedenle Amerika lafta da olsa aile yapısının temel ihtiyacını karşılamak ve gündelik mutluluklar sağlamak için arabasına muhtaçtır.

        Bu sosyal değişim sürecinde araba Amerika'da gündelik yaşamın sürdürülebilmesinin ve aile mutluluğun sembolü haline gelmiştir.

        Araba kültürü bu yöne giderken bir de böylesine yumuşak duygularla dolu olmayan başka bir dünyaya da gitmiştir.

        ON THE ROAD AGAIN

        Amerika'da bir de arabalar sayesinde çok ciddi bir yol kültürü oluşmuştur. Sıradan Amerikalı için yolda olmak ve basıp gitmek özgürlüğün timsali haline gelmiştir. Sorunlardan uzaklaşmanın, baskıcı otoriteden kaçmanın tek çaresidir arabaya atlayıp basıp gitmek.

        Böylece otomobil ve motosiklet, özgürlüğe götüren semboller de olmuştur.

        NICHOLSON VE FONDA

        "Easy Rider" filmini hatırlayın; gencecik Jack Nicholson ve Peter Fonda, motosikletleri üzerinde yollarda özgürlüğü, barışı ve sevgiyi ararlar.

        İkisi koskoca bir genç kuşağın arzularını, beklentilerini aramaktadır o yollarda. Ve tabii ki otoritelerle de başları belaya girer. Her beladan tam kurtulmasalar da bizim gözümüzde onlar yine kahraman, birer efsanedirler.

        Hiçbir macera yaşamasalar dahi, sadece motosikletlere atlayıp basıp gitmeleri onları birer kahraman haline getirmiştir. Bu film olmasaydı 1968 kuşağını anlamlandırmak öyle pek kolay olamazdı bence.

        Gördüğünüz gibi Amerikalı için araba ve yol, birbiriyle bağlantılı iki duyguyu aynı anda çağrıştırmaktadır. Yollar ve araba hem aile bağları ve güvenceyi, hem de özgür ruhların çekip gitme özgürlüğünü çağrıştırıyor Amerika'nın kolektif bilincinde.

        BİR İDEOLOJİK KASTRASYON OLAYI

        Amerikalı coğrafyayı pek bilmez, bu dünyada özgür olmak ve aile bağlarının gücü için ihtiyacı olduğu petrolün dünyada hangi topraklarda olduğunu ilk kez 1970'li yıllarda öğrenmeye başladı. OPEC kurulurken petrol üreten ülkeler üretimi durdurdular ve Amerika'da alışılan yaşam duruverdi.

        Bu hadise meydana geldiği zaman ben öğrenci olarak oradaydım ve Amerikalının ne kadar büyük bir travma yaşadığını gördüm.

        Arabasını istediği gibi çalıştıramamak ve arzu ettiği gibi basıp gidememek Amerikan erkeği için kendi erkekliğini kaybetmekle eşanlamlıydı.

        Sıradan Amerikalının İslam fobisi işte o günlerde başladı. Ondan önce Müslüman denilince "Bana ne" der ve geçip giderdi. Petrolün üzerinde oturdukları için o günlerden itibaren Müslümanlara düşman olmaya başladılar.

        Bu düşmanlık bir ideolojiye, ilkeli bir analize veya derin bir din düşmanlığına dayanmıyordu ilk başlarda. Bunlar daha sonra olacak konulardı ama ilk önce Amerikalı, Müslüman'ı kendi hayat tarzına karşı ve hatta düşman olarak görmeye başladı.

        Anlayacağınız, sıradan Amerikalı için Müslümanlar, kendi erkekliklerine ve aile değerlerine aynı anda hücum edebilen insanlardı. Amerikan derin devleti, bu kolektif bilinçaltındaki korkuyla, önyargıyla iyi bir şekilde oynayarak kitleleri daha sonra yönlendirmeye başladı.

        Diğer Yazılar