Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Son yıllarda ekonomi çevrelerinde hep şu soru soruluyor: İnovasyon hangi ortamdan beslenir?

        Sıklıkla verilen yanıt, “Keşfetme özgürlüğü” oluyor.

        Kasım ayında düzenlenen “Perakende Günleri” konuşmacılarından Fredrik Haren sizi başka yerlere götürecek...

        İsviçre’de yaşayan Haren, ticari yaratıcılık üzerine 6 kıtada, 60’tan fazla ülkede 2 binin üzerinde sunum ve atölye çalışması yapan küresel bir konuşmacı.

        “Tüm zamanların en iyi 100 iş kitabı” listesinde olan “The İdea Book”un da aralarında olduğu 9 kitabı da en çok okunanlar listesinde yer alıyor.

        IKEA, Siemens, Jotun, Manpower, Ericsson, Maersk, HP, Sandvik, China Mobile, GE gibi çok sayıda dünya devi şirkete danışmanlık yapıyor.

        Haren ile sohbetimize, inovasyonu tetikleyen “özgüven” duygusunu analiz ederek başladık.

        Türkiye’ye daha önceleri de birkaç kez gelmiş olan Haren, Türkiye’nin ABD ve İsrail gibi ülkelerle aynı düzeyde “özgüvene” sahip olduğunu belirtip bir saptama yapıyor:

        “Gereğinden fazla özgüven, hep doğru olduğunu düşündürüyor.”

        Ünlü edebiyatçı ve düşünür Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “Âlim bazı şeyleri bilir, cahil her şeyi” sözünü anmanın tam yeri!

        Atatürk Havalimanı’nda yaşadıklarından örnekle gözlemini aktarıyor:

        “Tek işi, ismimi taşıyan bir kartla beni havalimanında karşılamak ve aracıma götürmek olan birisi... 20 dakika bekledim. Nedenini sorduğumda, beni haksız çıkarmaya çalıştı.”

        Haren “kendini her durumda haklı çıkarma refleksi”nin kültürel kodlarla ilişkili olduğunu söylüyor.

        ÇEŞİTLİLİKTEN BESLENİYOR ABD

        ve İsrail gibi “kendini büyük gören” ülkelerde özgüvenin yüksek olduğunu vurgulayan Haren, burada gerçeklik durumuna işaret ediyor.

        4 yıl boyunca 18 ülkede yaptığı ve 2008 yılında tamamladığı saha araştırmasına göre ABD’de 11 Eylül olaylarının sonrasında düşme eğilimi gösteren özgüvenin, Asya ülkelerinde alt seviyelerde olduğunu belirtiyor.

        Asya’nın “inovasyon çıtasını” çok yükseğe taşımasının özgüveni yok ettiğini ileri sürüyor.

        İnovasyonun “çeşitlilikten” beslendiğinin altını çiziyor.

        Çokkültürlülüğün olumlu etkisine verdiği örneklerin başında Hindistan geliyor. Singapur, Filipinler, İspanya ve Brezilya’yı da bu kategoride değerlendiriyor.

        1980’lerde ortaya çıkan “global düşün, yerel hareket et” tezi, günümüzde “insani düşün, insani hareket et” ilkesine evrilmiş.

        “20. yüzyılda Almanya, Japonya, İtalya otomobil şirketleri modası vardı. Bugün Alman markası BMW, en çok ABD’de satıyor. Silikon Vadisi’nden çıkan Tesla Otomotiv, kendisini Amerikan otomobili olarak lanse etmiyor, ‘elektrikli otomobil’ diyor.”

        İnovasyonun gelişmekte olan ülkelerden geleceğini ifade ediyor.

        Tam da bu noktada “özgürlükler”, demokrasi ve inovasyon arasındaki ilişkiyi soruyorum.

        AİLE, OKULDAN ÖNEMLİ

        Türkiye ile Tayland arasında benzerlikler kurup “Kötü bir yıl yaşadınız; darbeler, bombalar... Ama ekonomi devam ediyor. Başka ülkelerde olsa, felç olmuştu. Gelişmekte olan ülkelere olumlu bakmak gerekir. Singapur’da yaşıyorum, ifade özgürlüğü altlarda, medya kontrol altında. Çin’de yaşadım. Sansür yaygın ama yaratıcılık gelişiyor. Siyasi alanı, sanatı özgürlüklerin sınırlı olması olumsuz etkileyebilir ama ekonominin dinamikleri daha farklı. Amerika özgür dünya mesela ama insanlar düşüncelerini ifade ederken, sansürlüyor. Din ve siyaset konuşmuyorlar. Kutuplaşmışlar... Pakistan örneğin, sizin düşündüğünüz kadar kötü değil. İç dinamikleri gelişmeye açık.”

        Haren, “yaratıcılık” alanında kişisel gelişimin öneminin arttığını söylemek istiyor.

        Internet çağında, okulun bile katkısının sınırlı olduğuna vurgu yapıyor:

        “Ericsson telefonu biz (İsviçre) icat ettik ama Filipinler bizden 5 yıl önce cep telefonundan ödeme yapan sistemi geliştirdi. Yeni yapılan 50 havalimanının 40’ı gelişmekte olan ülkelerde yapılıyor.”

        Haren en çok önemsediği noktayı sona saklıyor:

        “Anne-babaların çocuklarına vereceği eğitim çok önemli. Çocuk bilgiyi her yerden alabilir. Ben kötü bir aşçıyım. 3.5 yaşındaki kızım ‘Baba hadi, Youtube’dan puding nasıl yapılır izleyelim’ diyor.”

        İsviçre’de baba olmak, her yıl 2 ay “babalık izni” almak demek... Haren’le daha uzun sohbet edebilseydim, şunu sormak isterdim: “Toplumsal refahın adil olarak paylaşıldığı sansürcü bir ülke örneği verebilir misiniz?”

        Ben veremem...

        Diğer Yazılar