Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        DÜNKÜ köşesinde, “AK Parti’ye eleştiri” başlığıyla güzel bir konuya temas etmişti Abdülkadir Selvi. Gerçekten durum tam da dediği gibi. Ki bendeniz kâh bu köşede kâh daha evvel Sabah’ta defalarca aynı eleştiriyi dile getirmiştim. Evet, eğer AK Parti tarihe “MİT krizi” olarak geçen 7 Şubat 2012’deki meseleyi tam kavramış olsaydı, sonraki süreçlerin hiçbiri yaşanmayacaktı. Çünkü bugün FETÖ olarak andığımız terör örgütünün kendisini ilk ele veriş tarihi 7 Şubat’tı. MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ı bir şekilde elimine edip ülkenin uluslararası istihbaratını da ele geçirme gayreti boşa çıkan FETÖ, bir anlık hırsla büyük bir hataya düşmüş ve neye hizmet ettiklerini, kim olduklarını farkında olmadan faş etmişlerdi.

        Peki değerli okurlarım, meseleyi geç kavrayan, 7 Şubat’taki o alçak ve hain planın tam içeriğini kavrayamayan sadece AK Parti miydi? Yazdıkları ve konuştuklarıyla AK Parti’ye yön ve akıl veren, kamuoyunda AK Partili olarak bilinen gazeteci ve yazarlar ne yaptı? Onların refleksi nasıldı? Cevap: Birçoğununki AK Parti’ninkiyle aynıydı! Üzgünüm ama buna Abdülkadir Selvi’nin kendisi de dahildir.

        O günleri bilen bilir. Kimin ne dediği, ne yazdığı arşivlerde. Açıkçası ben Selvi’nin 7 Şubat operasyonunun arkasında o zamanki adıyla Gülen Cemaati savcıları olduğunu ifade eden herhangi bir yazısını hatırlamıyorum. Var birtakım yazılar MİT kriziyle ilgili, ama hiçbirinde o krizin Gülen ve avenesi tarafından tertip edildiği yok. Keza sadece 7 Şubat’ta değil, sonraki dönemlerde de Selvi’nin ben gibi, açık kartlarla FETÖ’ye karşı duruş sergilediğine şahit olmadı kimse!

        Ne zaman sergiledi bu duruşu? Hani Ahmet Kaya’nın bir şarkısı vardır: “Hep sonradan gelir aklım başıma, hep sonradan!” Selvi ve onun gibi sıkı AK Parti taraftarı olduğu bilinen birçok gazeteci ve yazarın da akılları, Kaya’nın şarkısındaki gibi sonradan başlarına geldi. Ve ne gariptir ki sonradan aklı başına gelenler, iş ayyuka çıkınca bizden çok FETÖ savar kesildi. Tıpkı Abdülkadir Selvi gibi. Peki nedendi bu geç uyanış ya da Selvi’nin ifadesiyle geç kavrayış?

        Çünkü onlar da bir kısım AK Partili gibi kanka olmuşlardı FETÖ lideri ve diğer örgüt üyeleriyle. Selvi’nin Pennsylvania’lara kadar gidip Fethullah Gülen’in elini öptüğü fotoğraflar sanal ortamlarda dolaşımda. Açıkçası, ben diğer gazetecilerin, siyasilerin değil ama Selvi’nin örgüt lideri Gülen’le yan yana samimi fotoğrafını gördüğümde şoka girmiştim.

        Diyeceğim şu ki: FETÖ’nün hain bir şebeke, alçak bir yapılanma olduğunu AK Parti’nin kavrayamama konusunda yaptığı eleştiride yerden göğe kadar haklı, ama eksik! Kendisini de o geç kavrayanlar grubuna dahil ederek yazmalıydı yazıyı. Bu en azından kibarca, “Ben de o yanılanlardan biriydim” deyip özeleştiri mekanizmasının saygınlığını artırırdı.

        Haksız mıyım efendim?

        *************

        FEHMİ KORU’DAN DAHA BABA İSİMLER DE VARDI!

        DEĞERLİ okurlarım... Eğer sinsice ve çok haince yapılan o günkü plan, ilahi bir tesadüfle FETÖ’nün elinde patlamamış olsaydı, emin olun bugün Türkiye çok daha başka bir konumdaydı. O nedenle Selvi’nin, 7 Şubat’ın FETÖ ile mücadelede milat kabul edilmemesinin büyük bir hata olduğu yönündeki tezine yüzde 100 hak veriyorum, ancak “7 Şubat’tan ders alınmadığı gibi 17 Aralık’tan sonra da ders alınmadı. Ders alınsa, 17 Aralık’tan sonra hâlâ Fethullah Gülen’den sulhname getirmesi için gazeteci Fehmi Koru ile Alaattin Kaya, Pennsylvania’ya gönderilir miydi?” ifadelerinde de samimiyet görmüyorum...

        Selvi kusura bakmasın ama yaptığı eleştiriyle sanki sırf dostlar alışverişte görsün istemiş! Neden? Çünkü bu aracılık işine soyunan gazeteci sadece Fehmi Koru muydu? Ya da Alaattin Kaya mıydı? Sevgili meslektaşım Selvi, bilmiyor muydu yoksa biliyordu da yazmak mı istemedi bilmiyorum ama o sözünü ettiği aracılık işini yapan çok daha baba, kallavi isimler, FETÖ ile Erdoğan’ın arasını bulmayı kendine misyon edinmiş gazeteciler var.

        Hani hep sorgulanır şu Erdoğan’ın katıldığı son Türkçe Olimpiyatları’nda örgüt lideri Fethullah Gülen’e yaptığı meşhur “Dön memlekete” çağrısı... İşte o çağrı da iki işgüzarın ortak organizasyonu değerli okurlarım. Son dakikaya kadar gitmeyi dahi düşünmediği Türkçe Olimpiyatları’na Erdoğan’ın nasıl götürüldüğünü, onu zora sokan o saçma sapan çağrıyı kimlerin nasıl yaptırdığını biliyorum. Bunu birçok üst düzey AK Partili de biliyor.

        Bana göre o organizasyon da Erdoğan’ı kamuoyu nezdinde güç duruma düşürmek için planlanmıştı. Sonradan zaten böyle olduğu başta Erdoğan olmak üzere birçok üst düzey AK Partili tarafından da anlaşıldı. Anlaşıldı da o ikisinden hesap soruldu mu? Hayır!

        Aksine değerli okurlarım, FETÖ’yü Erdoğan’la barıştırma girişimi altında tertip edilen o meşhur operasyonu çekenler, güle oynaya kaldıkları yerden devam ettiler pozisyonlarına. FETÖ’nün bu ülkeye bu kadar zarar vermesinin en büyük müsebbibi, sözüm ona bu barış elçileridir! Onların ne halt olduklarından çok ama çok emin olan Recep Tayyip Erdoğan’ı sürekli FETÖ’ye karşı yumuşatma çabası sarf edip, atacağı her ciddi adım öncesi, “Hocaefendi sizin yanınızda... Sizi çok seviyor” deyip durduran ve Türkiye’nin FETÖ denilen o alçak yapıyla mücadeleye geç başlamasına sebep olan Gülen Cemaati sempatizanlarıdır.

        *************

        KILIÇDAROĞLU NEYİN PEŞİNDE?

        KIZIYORLAR doğruları yazınca ama ne yapayım! Yazmak zorundayım. Gördüğüm gerçeği hiç kusura bakmasın kimse, haykırmak zorundayım.

        Üzgünüm, çok üzgün ama CHP bu anlayışı sürdürdüğü müddetçe maalesef muhalefet kalmaya mahkûmdur! Sürekli aynı yanlış yapılıyor ve tüm sağduyulu uyarılara rağmen yanlış yapma konusunda ısrarlı davranıyor Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu.

        Ben onun yerinde olsaydım asla ama asla Battal İlgezdi’ye sahip çıkmazdım. Kefalet vermez ve meselenin de üzerinde durmazdım. Dün katıldığı bir TV programında yine aynı tavır ve üslupla meseleyi cevaplayan Kılıçdaroğlu, “En ufacık bir yanlışı olmamıştır İlgezdi’nin! Hakkında açılan tüm davalara da takipsizlik kararı verilmiştir” dedi.

        Anında yanıt geldi İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’dan. Yayın devam ederken Soylu, Twitter hesabından, Kılıçdaroğlu’nun Ataşehir davalarına takipsizlik verildiği konusunda yalan söylediğini iddia etti ve şu resti çekti: “Eğer böyleyse ben istifa edeceğim, değilse sen istifa edecek misin?”

        Ben Soylu’nun elinde sağlam bir done olmadan böyle bir resti çekeceğini sanmıyorum. İlla elinde Kılıçdaroğlu’nun söylediğini çürütecek bir belge vardır. Ama öyle ama böyle bir şey vardır.

        Ben burasında değilim işin. Bu polemikler gayet normal günümüz ortamında.

        Benim takıldığım, yazının girişinde dediğim gibi, Kılıçdaroğlu’nun İlgezdi’ye ölümüne sahipliği ve kefaleti! Biliyorum ki araları da iyi değil.

        Görevden alınmadan önce İlgezdiler’le arasında çok ama çok soğuk rüzgârlar esiyordu. Deniliyor ki: “Temas, bu görevden alma üzerine yeniden başladı!”

        Hal böyleyken, nedir Kemal Kılıçdaroğlu’nun, bu Battal İlgezdi konusundaki cengâverliği bilmiyorum. İnsan bazen babasının yaptığı ticarete bile kefil olamazken, milyon dolarların uçuştuğu bir rantın tepesindeki adama niye göz göre göre kefil olur, anlamak mümkün değil!

        Diğer Yazılar