Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        İRAN’da geçen perşembe günü başlayan ve giderek artan olayları dikkatle izlemeye çalışıyorum. Ve izlerken de elimden geldiği kadar bu konuda yazılıp çizilen her haberi, makaleyi okumaya gayret ediyorum. Dün bilgisayarımın başına oturmadan evvel son bir kez daha göz attığımda ölü sayının 30’a dayandığını gördüm. Ve hemen “İran’da neler oluyor”u tam anlayabilmek için İran ve Türkiye arasında ticaret yapan bir tanıdığımı aradım.

        Kuşkusuz bu konuda yazılıp çizilen her şey çok kıymetli benim için, ama işin içinde olan İranlı bir işadamının yaptığı analizlerin de en az onlar kadar kıymet taşıdığını düşünüyorum. Takdir edersiniz ki güvenlik gerekçesiyle bu işadamının adını yazmam mümkün değil, ama şunu söyleyeyim; ne sorduysam hepsine açıklıkla cevap verdi ve hem mevcut duruma, hem de İran’ı nasıl bir gelecek beklediğine dair yaptığı yorumlarla beni bilgilendirdi.

        Sohbete başlar başlamaz önce İran’ın dini lideri Ali Hamaney’in, “Düşmanlarımız ülkede isyan çıkardı. Savaş çıkarmaya çalışıyorlar. İsyan çıkarmak için para, silah ve ajanları kullanıyorlar” açıklamasında bir doğruluk payı olup olmadığını sordum. Cevabı hem “Evet” oldu İranlı işadamının hem de “Hayır”! Açmam gerekirse, diyor ki: “Hamaney’in söyledikleri yabana atılacak şeyler değil elbette. Gerçekten de birdenbire patlak veren bu olayların arkasında dış mihrakların senaryoları olabilir, ama onlara bu senaryonun hazırlanması için malzemeyi verenin İran yönetimi olduğunu da belirtmemiz gerekiyor. Bugün halkın sokaklara dökülmesinin en büyük nedeni, aslında şeffaflık olmaması. Hayat çok pahalı İran’da evet, ama vatandaş bunun nedenlerini bilmiyor. Bütçede çok büyük açık var ve bu açığı kapatmak için sürekli zam yapılması, işsizliğe çare bulunamaması ve Ahmedinejad döneminde başlatılan kişi başı aylık 25/30 dolar karşılığı olan geri ödemesiz desteğin kesilmesi halkın protestolarına bir gerekçe. Bilmiyoruz dış mihraklar var mı yok mu bu olayların arkasında, ama varsa bile onlara bu fırsatı İran’daki kötü ekonomi yönetimiyle verildiğini düşünüyorum.”

        Değerli okurlarım; özetle şunu anladım ki İran’da hayat gerçekten çok pahalı. Ama bu pahalılık belli bir kesim, yani gelir düzeyi düşük insanlar için geçerli. Zira İran’da ekonominin gücünü elinde bulunduran ve küçük bir orana sahip kesim için bu pahalılık, enflasyon ve işsizlik çok dert edilecek bir şey değil. Aslında eskiden beri böyleymiş İran’daki durum, ama İranlı işadamı bu gelir düzeyindeki ayrımın son yıllarda iyice arttığını ve zenginlerin daha da zenginleştiğini, yoksulların da yoksullaştığını belirtti.

        “Biz de çok şaşkınız” diyor işadamı: “Daha önce hiç adını duymadığım şehirlerden bile protesto haberleri geliyor. Ben bu olayların devam edeceğini düşünüyorum. Daha da büyüyeceğini ve maalesef bunun sonucunda da çok can kaybının olacağını...”

        Anladığım kadarıyla durum İran açısından pek iç açıcı değil. Olayların giderek büyüyeceğine ve çatışmaların şehirlerin tamamına yayılacağına kesin gözüyle bakılıyor. Kesin diyorum; çünkü aynı şahıs bir önceki devrimin da bizzat tanığı. İran’ın dinamiklerinin farklı olduğunu, küçük bir mesele gibi başlayan olayların büyüyüp tüm ülkeyi kasıp kavuracağını ve işin en sıkıntılı tarafının ise hayat pahalılığı gerekçesiyle başlayan gösterilerde hedefin rejim değiştirmeye evrildiğini söylüyor.

        Fakat diyor ki: “Rejim asla değişmez, ama çok can yanar ve İran’ın başı çok ağrır. O nedenle olaylar daha fazla büyümeden en ılımlı şekilde atlatılması hem İran’ın, hem de bölgenin hayrına olur...”

        ***********

        BÖYLE ELEŞTİRİ BAŞIMIN ÜZERİNE!

        İKİ yazı üst üste CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun 2019’da cumhurbaşkanlığına aday olması hususunu ele aldım. Ve bir türlü açıklıkla konuşulmayan, “Bu ülkede Alevi bir liderin cumhurbaşkanı olabilmesi mümkün değil!” tezini tartışmaya açtım. Bu tartışma dolayısıyla çok özel ve güzel yorumlar, eleştiriler aldım. Hak veren de var karşı çıkan da! Hep diyorum, “Hakaret olmadıktan sonra eleştiri başım üzerinedir” diye...

        Bu tartışmada gördüğüm şudur değerli okurlarım: Bu ülkede Türk için diğerinin Kürt olması değil “Kürtçü” olması, Kürt için diğerinin Türk olması değil “Türkçü” olması, Alevi için diğerinin Sünni olması değil “Sünnici” olması, Sünni için de diğerinin Alevi olması değil “Alevici” olması mesele...

        Ve işte bir okurumun o başımın üzerine oturttuğum mektubu...

        “Öncelikle dile getireyim ki yazılarınızı severek okuyorum, kabul edeyim ya da etmeyeyim, doğru bulayım ya da bulmayayım yazdıklarınızı okumaya çalışıyorum. Öncelikle anlatımınızı ve ne düşündüğünüzü net ifade etmenizi takdir ediyorum. 1 Ocak’ta yayımlanan yazınız hakkında eleştiri yapmak istiyorum, daha önceki yazınızda CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanı adaylığının mezhepsel farklılıktan dolayı mümkün olmadığını dile getirmişsiniz. 1 Ocak’taki yazınızda ise sizi eleştirenlere karşılık ‘İddia ediyorum, Recep Tayyip Erdoğan gibi siyasetin tüm inceliklerini bilen bir politikacı, en usta siyasetçi bile, Alevi olsa bu ülkede cumhurbaşkanı olamazdı’ ve ‘Çünkü cumhurbaşkanının belirleneceği toplam oy oranına tekabül edenlerin kafasında, Aleviliğe bakışında ne yazık ki hâlâ bir blokaj var’ ifadelerini okuduğumda sözlerinizin tek taraflı ve eksik olduğu kanaatindeyim.

        Aleviler ve Sünniler hakkındaki önyargılar tek taraflı değildir. Sünnilerin Aleviler hakkındaki önyargıları olduğu gibi Alevilerin de Sünniler hakkında önyargıları vardır, etki tepkiyi doğurur kuralına uygun olarak bu iki kesim kendi radikallerini desteklemektedir.

        Evet bu ülkede Recep Tayyip Erdoğan, Alevi olsa oylarının bir kısmını alamayacaktır, ama Erdoğan’ın sevilme nedeni Sünni olması değil, izlediği yol ve politikalardır. Aynı politikaları farklı görüşten biri de savunsa idi Erdoğan kadar desteklenmese bile hatırı sayılır bir destek alırdı. Bence en önemli mesele, halka yakın siyaset izlemek. Bu nedenle birçok kimse sol parti yöneticisi olmasına rağmen rahmetli Ecevit’i severken, CHP saflarında yer alan birçok politikacı sevilmemekte ya da Ecevit kadar saygı görmemektedir, mesele solculuk değil halka yakın politika izlemektir.

        Ayrıca çoğunluğun Sünni mezhebe dahil olduğu bir ülkede kalkıp Sünniliği ve inancı zedeleyen politika izlerseniz başarı sağlayamazsınız. Halihazırda araştırmalar da gösteriyor ki, AKP ağzında kuş tutsa, ne kadar iyi yönetse bile birçok Alevi çevrelerince desteklenmesi mümkün değildir.

        Toplumsal birlik için parti yöneticilerini mezhepsel olarak devşirmek yerine, tüm partiler inanç esaslarından elini çekmelidir. Ne Sünni, ne Alevi inancı üzerinde yabancı bir el olmalıdır. Dini argümanlar siyaset dışına çıkarsa (kastettiğim dinin kaldırılması, bir şekle sokulması değil, rahat bırakılması) insanlar belki siyasetçiyi sadece başarısına göre değerlendirir ve onu destekler.”

        Diğer Yazılar