Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        IRAK savaşı, ABD’nin bu projesindeki büyük başarısızlığı, Obama yönetiminin bir an önce Ortadoğu’dan kaçma isteği İran’ın elini bölge siyasetinde çok güçlendirmişti. Suriye’deki müttefiki Esad ve Lübnan’daki Hizbullah sayesinde Doğu Akdeniz’e uzanabilen, HAMAS’ı destekleyen, İsrail’in başını ağrıtan Tahran’daki rejim Irak’ta da kendisine yakın unsurların iktidara gelmesiyle Körfez’deki Arap ülkelerinin kâbusu haline gelmişti.

        İran elindeki kozları gücünü artırmak için sonuna kadar kullandı. Mezhepçiliği körükledi. Suriye’de biricik müttefiki tehlikeye girdiğinde kendi insanlarının canı pahasına Esad rejimini ayakta tuttu, besledi.

        Ürdün Kralı Abdullah’ın dile getirdiği “Şii hilali” tehlikesi Sünni Arap ülkeleri açısından ciddi ve hayati bir ulusal güvenlik sorunuydu. İsrail kadar Körfez ülkeleri de ABD’nin İran’ı nükleer enerji programının silahlanmaya yol açacağı suçlamasıyla bombalamasını canı gönülden istiyordu. Bu işi İsrail yapsa hiç de üzülmeyeceklerdi.

        Obama iktidara geldiğinden beri dış politikada izlediği yegâne tutarlı çizgi İran ile nükleer programından kaynaklanan sorunları halletmekti. Önce savaş yanlılarını susturdu. Bir yandan sert yaptırımları birbiri ardına devreye soktu. Bunu yaparken Rusya ve Çin’i de içeren geniş bir koalisyon kurdu. Arada Tahran’daki rejimle iletişim kanallarını açık tuttu.

        ABD ile İran arasındaki gizli görüşmeler daha Hasan Ruhani’nin adaylığı bile kesin değilken Umman’da başladı. Ruhani seçilince yeni bir döneme girildi. Tarihsel misyonu da 2009 seçimlerinde meşruiyeti sarsılan, ambargolar nedeniyle canı yanmaya başlayan rejimi dünya ile barıştırmaktı.

        Nitekim Ruhani yalnızca ABD ile müzakereleri yürütmekle kalmadı. Fırsat buldukça kadın konusunda olsun, ifade özgürlüğü konusunda olsun dünyaya gayet “çağdaş” mesajlar verdi. Ülkesindeki sertlik yanlıları Ruhani’nin gidişinden memnun olmasalar da henüz güçleri onu alaşağı etmeye yetmiyor. Kaldı ki güvenlik konularında ve bölgesel hegemonya oyununda zaten dizginler onlarda gibi gözüküyor.

        Musul’un düşmesiyle ağır bir darbe almasına rağmen İran siyaseti Irak’taki konumunu muhafaza etmeyi becerdi. ABD ile anlaşarak Maliki’yi sepetledi. Türkiye’nin rehineler nedeniyle eli kolu bağlı olmasından yararlanarak Irak Kürtlerine yardım etti, etkisini artırdı. Halen Bağdat’ta Şii milisler yetiştirmekle meşgul. ABD ile nükleer konusunda bir anlaşmaya vardığı takdirde bölgesel hegemon olmasının önünde pek engel kalmayacak.

        Tabii bu ihtimal İsrail ve Suudi Arabistan’ı rahatsız ediyor. Anlaşmayı baltalamak istiyorlar. Bu açıdan da gelecek haftaki Amerikan Kongre seçimleri hayli önemli. Suudi Arabistan’ın tam da böyle bir konjonktürde önüne muazzam bir fırsat çıktı. Riyad elindeki kozu, yani dünyanın en büyük petrol üreticisi olma avantajını bu fırsatı en iyi değerlendirecek şekilde kullanmaya başladı.

        Dünya ekonomisinin yavaşlaması, durgunluk ve başka nedenlerle petrol talebi düştü. Arz ise beklenmeyen ölçüde arttı. Kuzey Amerika’da (Kanada ve ABD) petrol üretimi hızla artarken, dünyanın Nijerya, Libya, Irak gibi en belalı ülkelerinde üretilen petrol miktarı yükseldi. Tüm bunların sonucunda dünyada petrol fiyatları yaklaşık beşte bir oranında, 80 dolar civarına düştü. Daha da düşebileceği söyleniyor.

        Beklenenin aksine Suudlar petrol üretimini kısarak fiyatların daha fazla düşmesini engellemediler. Tersine üretimi bir miktar artırarak fiyatın üzerindeki düşüş baskısını muhafaza ettiler. Bu şekilde hem gelecekteki pazar payları açısından önemli bir hamle yaptılar, hem de ABD dahil olmak üzere keyiflerini kaçıran bazı ülkeleri (İran, Rusya, Irak) cezalandırdılar.

        Bu şekilde Arap isyanlarının ardından karşı devrimin başını çekerek etkiledikleri Ortadoğu denkleminde ağırlıklarını bir kez daha hissettirdiler.

        Diğer Yazılar