Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Bu ülkede fazla kafaya takılan bir şey olmasa da entelektüel dürüstlük gerekli bir değerdir. Sonuçta düşüncede yanılmak elbette mümkündür. Ancak yanlışta ego nedeniyle ısrar etmek, herhangi bir yanlışı kabul etmemek için sürekli kıvırmak, olguları, verileri çarpıtmak yanlıştır. Daha da kötüsü, böylesi bir çıkmaz yoldur. Özeleştiri zaaf değil güç ve sağlam karakter göstergesidir. Tabii dün ak dediğine bugün kara demekten, düpedüz yalan söylemekten, vıcık vıcık ilkesizlikten ya da kıblesizlikten bahsetmiyorum.

        Yeni gelişmeler, olgular, hayatın akışı, bulgular ışığında düşünceyi geliştirmekten, analizi gözden geçirmekten, gerçeklere uygun değerlendirme yapmaktan, yenilenmekten söz ediyorum. Bir ülkenin ileriye bakabilmesi açısından gerekli olan bir diğer özellik ise kendine yalan söylememesidir. Kendinize yalan söyleyerek varacağınız hiçbir durak, elde edebileceğiniz hiçbir sonuç yoktur. Çoğunlukla kendinizi hüsrana mahkûm edersiniz, ülke yöneticisiyseniz bu hüsranın bedelini de yönettiklerinize ödetirsiniz. Bu yola başvurduğunuzda kendi geleceğinizi köreltmekten başka bir şey de yapıyor olmazsınız aslında.

        FRANSA’NIN TAVRI

        Bu girişi yapmamın nedeni, Türkiye-AB ilişkileri hakkında düşünce üretmiş, bu ilişkilerin gelişmesine katkıda bulunmak için gayret sarf etmiş, sıkıntılı dönemlerde çözüm arayışlarına katkıda bulunmuş iki kişinin yayınladıkları yazılar. Kısa süren diplomatlık kariyerinden sonra bir düşünce kuruluşunun başkanı olarak dış politika ve ekonomi konularında düşünce üreten raporlar yazan Sinan Ülgen’in Financial Times Gazetesi’nde yayınlanan yazısının başlığı “Türkiye ile Avrupa, aralarındaki sevgi bağını nasıl yitirdi” (How Turkey and Europe lost that loving feeling).

        Ülgen, üyelik hedefinin artık çıkmaz yola girdiği sonucuna varırken, “Bu sonuçla ilgili trajik gerçek, sonucun mukadder olmadığıydı” notunu düşüyor. “Bu tarihsel başarısızlığın sorumluluğu da her iki tarafa aittir” diye ekliyor. AB’nin bugünkü hali ve Türkiye’nin bugünkü siyasal iklimi, hâkim söylemi, siyaset ediş tarzı göz önünde bulundurulduğunda çıkmaz yola girildiğine kuşku yok. Siyaseten bu ilişkilerin tam üyelikle sonuçlanması yakın zamanda mümkün değil. Gidişatın aynen devam etmesi halinde tersine Türkiye’yi Avrupa kurumlarına bağlı tutmak, AB’nin işleyişine ayak uydurmasını sağlamak söz konusu olamayacak.

        Varılan noktanın iki tarafın ortak marifeti olduğu doğru. AB’nin, özellikle de bugün yapılan cumhurbaşkanlığı ikinci tur seçimiyle iktidarın yeni bir nesle geçmesinin beklendiği Fransa’nın gelişmelerdeki ağır sorumluluğu ortada. Dengesiz bir kişilik ve siyasetçi olan Nicolas Sarkozy’nin dışlayıcı siyaseti, müzakerelerin başladığı andan itibaren süreci zehirleyen bir unsur oldu. Almanya’da Merkel’in isteksizliği, AB’nin büyük hatasıyla üyeliği koparan ve sonra da Türkiye ile ilişkilerde inatçı takoz rolü oynayan Kıbrıs’ın engellemeleri işi iyice yokuşa sürdü.

        AB, KÖTÜ YÖNETTİ

        Ekonomik kriz ve buna bağlı olarak derinleşen AB’nin varoluşsal krizi de Türkiye açısından projeyi cazip olmaktan çıkardı. Kısacası AB bir bütün olarak, farklı nedenlerle, Türkiye dosyasını kötü yönetti. Ulusal takıntılar, kısa vadeli çıkar hesapları, asırlık önyargılar ve kriz öncesinde hâkim olan kibirli tavırla, genişlemenin yanlış yönetilmesi Türkiye’nin Brüksel’le bağlarını gevşetti. Bu durumda, tüm kariyerini AB üyeliği hedefi üzerinden şekillendirmiş olan Ülgen’in yazdığı gibi, “Son on yıldaki stratejik körlüğü nedeniyle Avrupa, Türkiye’nin siyasi rotasını etkileme kabiliyetini yitirdi. Türklerin, sorunlu demokrasilerini daha liberal bir modele uygun şekilde kurmalarında oynayabileceği rolden de feragat etti. Bundan böyle tek beklentisi Türkiye’nin ekonomik geleceği üzerinde bir nebze etkisinin kalması olabilir”.

        Bu durumdan keyif alan, bu şekilde “yüz yıllık parantezi” kapatacağına inanarak mutluluktan uçanlar elbette var. Üstelik sorumluluğu AB’ye de yıktıklarını düşünüyorlardır. Ne var ki, Türkiye’nin AB nezdindeki eski büyükelçisi Selim Kuneralp’in yazısı da madalyonun diğer yüzünü, yani Türkiye’nin bu sonuçtaki yüksek payını titizlikle sergiliyor. Bir sonraki yazıda...

        Diğer Yazılar