Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        1967 savaşının önemli sonuçlarından biri, radikal ve muhafazakâr Arap devletleri arasındaki hegemonya savaşında dengeyi muhafazakârlar lehine çevirmesidir. Arap milliyetçiliği 1967’deki ağır yenilginin ardından ağır bir darbe almış, savaşa bulaşmayan Suudların başını çektiği muhafazakâr/İslamcı söylem öne çıkmış, Suud devleti Araplar arası güç dengesinde ağırlığını artırmıştı. Savaş sonrasında Arap dünyasında İslami hareket yükselmeye başlarken yarın değineceğim şekilde Filistin halkı da 1939’dan ya da 1948’den beri ilk kez kendi kaderini eline alma imkânını ele geçirmiştir.

        1950’li ve 60’lı yıllara bakıldığında Arap dünyası açısından birincil çatışmanın Arap devletlerinin kendi aralarındaki çatışma olduğu görülür. Filistin meselesi önemlidir. İsrail devletinin varlığı devletler ve toplumlar tarafından sindirilmemiştir ve İsrail’in yok edilmesi gerektiği siyasi söylemin bir parçasıdır elbette. Özellikle radikal milliyetçi akımların ve partilerin ideolojik programının önemli bir boyutu budur.

        Ancak o programın hayata geçirilmesi, o hedefe varılması ileride nasıl olsa gerçekleşecektir. Her biri kendi çapında zayıf rejimler açısından asıl bugünü ilgilendiren mesele radikal Arap milliyetçisi rejimler ile muhafazakâr rejimler arasındaki, “Arap Soğuk Savaşı” adı verilen ideolojik ve stratejik savaştır. İsrail devletinin kuruluşu, 1948-49 savaşının kaybedilmesi, sınıfsal çelişkileri nedeniyle zaten içten içe kaynayan genç Arap devletlerinde rejim değişikliklerine yol açmıştır. İlk darbe Mısır’da gerçekleşmiş, Albay Cemal Abdülnasır liderliğindeki Hür Subaylar hareketi başlarına göstermelik olarak General Muhammed Necib’i alarak Kral Faruk’u devirmişlerdi.

        Bir sonraki kraliyet karşıtı darbe Irak’ta kanlı şekilde gerçekleşmiş, Haşimi hanedanı, daha sonra kendisi de bir darbeyle götürülecek olan Abdülkerim Kasım liderliğindeki Hür Subaylar tarafından devrilmişti. Irak da bu şekilde bir darbeler zincirine girecek, ancak bu darbeler Arap milliyetçisi darbeler olacaktı.

        SELEFİ CİHATÇILIK

        Suriye 1946’da Fransa’dan bağımsızlığını elde ettikten sonra bir türlü istikrar bulamamış, darbe üzerine darbe yaşamıştı. Kanlı bir iç savaş korkusu nedeniyle bir ara Mısır’la birleşmeye bile karar veren bu ülkede, birleşmenin Mısır’a tam boyun eğme olduğunun anlaşılmasıyla 1961’de bir darbeyle yeniden bağımsızlığa geçilmişti. Daha sonra 1963 ve 1966’da üst üste gelen iki Baas partisi darbesi sonunda aralarında Hafız Esad’ın da bulunduğu radikal Baasçı cunta iktidarı ele geçirmişti. Bu cuntanın Arap milliyetçiliğinin bayraktarlığını yapan efsanevi lider Nasır ile çekişmesi, 1967 savaşının yolunu açan olgulardan biriydi.

        Bu radikal cephe karşısında sürekli savunmada kalan muhafazakâr cephede ise önemli iki ülke Suudi Arabistan ve Ürdün’dü. Ürdün Kralı Hüseyin, sayısız darbe ve suikast teşebbüsünü atlatmış, ABD ve İngiltere koruması altında iktidarda kalabilmişti. 1967 savaşına, canına birkaç kez kastetmiş ve nefret ettiği Nasır’ın yanında katılması, bunu yapmaması halinde tahtından ve muhtemelen hayatından olacağını bilmesindendi. Suudi Arabistan’da ise kurucu Kral Abdülaziz’in ölümünün ardından büyük oğlu Suud’un saltanatında feci bir dönem yaşanmış, kraliyet ailesindeki Nasırcılar ile uğraşılmıştı.

        Nihayet daha sonraları Arap dünyasının en mahir siyasetçilerinden birisi olarak sivrilecek, önce Vehhabi doktrinini tüm İslam dünyasına yayması istenen Dünya Müslüman Birliği’ni, daha sonra da İslam Konferansı Örgütü’nü ve Dünya Müslüman Gençlik Birliği’ni kuracak Prens Faysal, abisini, ulemanın da yardımıyla devirerek, iktidara geçmiş ve Suud devletini toparlamaya başlamıştı. Bu bağlamda 1962’de Yemen’de gerçekleşen Cumhuriyetçi darbenin ardından başlayan iç savaşta Suudi Arabistan ve Mısır karşı karşıya gelmişti. 1967 krizi yaşanırken Mısır’ın en iyi birlikleri Yemen’de savaştaydılar.

        Faysal’ın, laik-radikal Arap milliyetçiliğine karşı başlattığı ve çeşitli kurumlarla desteklediği İslamileştirme politikası, İran devrimi ve Afganistan işgalinden sonra daha da ivme kazanacak ve bugünkü selefi cihatçılığın temellerini de atacaktır.

        Diğer Yazılar