Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        ÇOK uzun yıllar boyunca demokrasi olduğunu iddia eden, ama aslında olmadığını da bilen bir ülkenin sancılı dönüşümüne tanıklık ediyoruz uzun zamandır. Bu dönüşümün gerçekten özgürlüklerin yeşerdiği, hakların kullanımının şartlara bağlanmadığı bir demokratik yapıya bizi götüreceği henüz kesin değil.

        İnsanların ne ile suçlandıklarını bilmedikleri, yargının yürütmenin bir uzantısı haline geldiği ülkeler genelde o tanıma pek uymazlar. Ama gene de eskiden kalan yanlışların temizlenmesinde ciddi adımlar atıldığı da inkâr edilemez.

        Türkiye Cumhuriyeti, vatandaşları arasında ayırımcılık yapan, vatandaşlık bağlamında evrensel hukuk ilkelerinden pek nasibini almamış bir devletti(r). Sünni vatandaşlarını imtiyazlı kılan bir devlet olduğu halde laiklik iddiasını dünyadaki imajının merkezine koymuştur.

        Halbuki yasaların bir kısmı da, fiili durum da dinsel bakımdan gayrımüslimlerden Alevilere, etnik olarak da Kürtlere uzanan bir ayrımcılığın ülkenin yapısına, toplumun zihniyet haritasına yerleşmiş olduğunu her fırsatta gösterir.

        Demokratik bir yönetimin olmazsa olmaz koşulu sayılan sivillerin asker üzerinde otorite kurmasını ise Türkiye'nin yerleşik seçkinleri uzun zaman benimseyememişti. Şimdi ise birbiri ardına gelen darbeler sonucu Silahlı Kuvvetler seçilmişlerin otoritesini kabul etmek zorunda kaldı. Son bir yılda yaşananlar, YAŞ, MGK toplantılarının oturma düzeni fotoğrafları 30 Ağustos'un Cumhurbaşkanı davetiyle kutlanması bu gidişin simgesel işaretleri.

        Kısacası, zorla, ite kaka da olsa Cumhuriyet'in demokratik sisteme uygun olmayan bazı özellikleri değişiyor. Rahmetli Özal'ın Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvuru hakkını Türk vatandaşlarına tanıması sonucu evrensel hukuk, yargı sisteminin tüm direnişine rağmen bu ülkeyi de etkiliyor.

        Türk yargı düzeni Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı gayrımüslimlerce kurulan vakıfların mallarının, haklarının gasp edilmesine uzun zaman seyirci kaldı. Daha doğrusu "yerleşik yabancılar" gibi kavramlar üretip, bu gaspın yasallaşmasını sağlayarak suç ortaklığı yaptı.

        Bu nedenle, yönetmelikteki düzenlemelerin nasıl yapılacağını henüz bilmesek de azınlık mallarının iadesiyle ilgili kararname Cumhuriyet'in vatandaşlık anlayışı ve laiklik ilkesinin tam anlamıyla hayata geçirilebilmesi açısından küçümsenemez önemdedir. AİHM kararlarının baskısıyla da alınmış olsa hükümeti vatandaşlık hukuku ve yurttaş eşitliği yönündeki bu radikal adımdan dolayı kutlamak bir borçtur.

        Bu olayda Türkiye'nin normal bir demokrasi haline gelmesinin yolu uluslararası hukukun katkılarıyla gerçekleşmektedir. Avrupa kriterlerinin, hukuk anlayışının birinci sınıf bir demokrasi olmak açısından ne denli önemli olduğunun bir göstergesidir yaşanan.

        Yunanistan veya diğer Balkan ülkelerinin hukuktan nasibini almamış, ayrımcılık uygulayan bir vatandaşlık anlayışına sahip olmaları, bu nedenle oradaki Türk vakıflarının haklarının gasp edilmesi atılan adımı yanlış kılmaz. Kendine saygısı olan demokratik bir ülke vatandaşlarının hukukunu başkalarının ilkelliğine rehin bırakmaz. Oralarda çiğnenen hakların tekrar kazanılması için sağlam dosyalarla, yılmadan ve azimle mücadele vermek gerekir.

        Azınlık vakıfları kararnamesi bazı gazetelerin haberi verirken kullandığı deyimle bir jest değil, bir hakkın nihayet ve hayli gecikerek teslimidir. Yazık ki, gasp edilmiş haklar iade edilse bile bu haklardan yararlanacak nüfus artık kelaynaklar düzeyine indi Türkiye'de.

        Gene de yalnızca hukuki olarak değil, günlük hayatta da eşit vatandaşlığın ne anlama geldiğinin kavranmasına yol açacağı ölçüde devrimci bir adım sayılmalıdır.

        Diğer Yazılar