Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        DÜN başarısızlıkla dağılan Cenevre 2 Konferansı’na danışman olarak katılan Kosovalı bir dost Amerikalıların da Suriye politikasının başarısızlığını gördüklerini söyledi. Ne yapacaklarıyla ilgili bir bilgi paylaşmadı ancak Konferans’taki Rusya uzmanları da Putin yönetiminin durumdan ne kadar keyif aldığını vurguladılar. Bu durumda Obama yönetimi Suriye konusunda yeni bir hamle yapabilir mi sorusuna olumlu cevap vermek zor. O halde de mezhep çatışmasının daha da şiddetlenmesi ihtimali güçleniyor.

        Batı dünyasının kafa karışıklığı ve isteksizliğine karşılık Suriye rejimi ve destekçileri ne istediklerini çok iyi biliyorlar. Halep’teki son gelişmeler, Şam’ın Hama’nın belli mahallelerinin başına gelenlerden şu sırada eli çok güçlü olan rejimin kendi arzusuna uygun bir demografik yapı oluşturmaya çalıştığı anlaşılıyor. Rusya ve İran rejime verdikleri sınırsız desteği sürdürdükleri ölçüde de dengenin kolay kolay rejim aleyhine değişmesi kolay değil.

        Varılan noktada Bosna’dan daha beter ve utanç verici bir durumla karşı karşıyayız. Gerek Suriye içinde gerekse bölgesel ve küresel alanda bu rezil güç dengesi devam ettikçe Suriye’nin kan ve ateşle sınavı bitmeyecek. Bu dengeyi kırmanın bir yolu İran’ın müzakerelere dahil edilmesi olabilirdi. Ne var ki Suudi Arabistan’ın kesin karşı koyması, İran’ın da müzakereye ancak önkoşulsuz geleceğini bildirmesi bu ihtimali gündemden çıkardı. Bu durumda bu savaşın taraflar bitap düşüp savaşamaz hale gelene kadar sürmesi ihtimali giderek güçleniyor.

        İran, Suriye krizinde kendi ulusal çıkarları gereği sert ve kanlı bir siyaseti sürdürmeyi gerekli görüyor. Aynı kaygı ve irade Suudi Arabistan’da da var. Konferanstaki katkılardan anlaşıldığı kadarıyla Riyad açısından Esad’lı bir çözüm söz konusu olamaz, İran’ın etkisinin süreceği bir Suriye ise kabul edilemez.

        İran açısından ise Suriye’de farklı bir siyaset benimsemek ancak ABD ile arasında başlamış olan müzakere sürecinin olumlu bir noktaya varmasıyla söz konusu.

        İran’ın ABD ile bir mutabakata varması zaten Ortadoğu’daki en köklü stratejik değişiklik olacaktır. Bir yandan İran’ın muazzam doğal kaynakları (en zengin gaz rezervlerinin bu ülkede olduğu biliniyor) diğer yandan güçlü bir devlet yapısına sahip olması bu ülkeyi hem stratejik açıdan hem ekonomik fırsatlar bakımından tüm dünyanın gözbebeği haline getiriyor.

        ABD ile varılacak bir anlaşma 1969’daki Nixon doktrinine, yani Körfez güvenliğinin büyük ölçüde Tahran’a bırakılmasına kadar gider mi sorusu zihinleri meşgul ediyor. Suudların da İsraillilerin de en büyük korkusu bu, zira dünya sistemiyle kavgasını sonlandırmış bir İran her ikisinin de ABD indindeki stratejik ağırlığını azaltacaktır.

        Bu bakımdan ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’nin büyük bir inatla sürdürdüğü barış görüşmelerini canlı tutma ve bir sonuca varma çabalarına dikkat etmek gerekiyor.Bu barış görüşmeleri üzerinden Obama yönetimiyle İsrail hükümeti arasında da ciddi bir gerginlik yaşanıyor. Obama yönetimi, bazı önemli Amerikan Yahudi kuruluşları Netanyahu’yu çözüme ikna etmeye uğraşıyorlar.

        Barış sürecinin bir sonuca varmaması halinde dünya ölçeğinde bir “boykot, yatırımları çekme ve yaptırım” hareketi şekillenmeye başlıyor. Bu da sorunu İsrail açısından bir meşruiyet sorununa dönüştürebilme potansiyelini taşıyor. Filistinliler bir kez daha başkaldırmaya hazırlar. Bu kez şiddeti ön plana çıkaracak eylemler yerine pasif direnişle dertlerini dünyaya anlatmayı yeğleyecek gibi duruyorlar.

        ABD’nin hedefleri ne olursa olsun, her biri kendi iradelerine sahip bu önemli oyuncular işbirliği yapmadıkları takdirde Ortadoğu’daki sorunların çözümü için daha uzun süre beklemek gerekecektir.

        Diğer Yazılar