Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Boşuna Bodrum’u yazıp Bodrum’u anlatmıyoruz. Dünya jet-set’inin yatları buraya demirliyor. Dünyaca ünlü yeme içme markaları burada açılıyor, marka oteller burada kendine yer buluyor. Vizyon sahibi işadamlarının girişimleri ve Ege’nin mavisiyle birleşen doğa, bugün Bodrum’u dünyanın önemli tatil destinasyonlarından biri haline getirdi. Birkaç sene evvel Doğuş Grubu çok önemli bir satın alma gerçekleştirdi. İtalyanların Capri Adası’nın ünlü oteli Capri Palace’ı satın aldı. Capri Palace, içerisinde her ikisi de Michelin yıldızı sahibi iki restoranıyla ünlü misafirlerin konakladığı meşhur bir otel. Doğuş’un satın almasından sonra otelin Michelin yıldızlı restoranlarından Il Riccio ilk olarak Datça yolundaki D-Hotel Maris’te açılmıştı. Bu yaz Bodrum Cennet Koyu’nda açtılar. Mandarin Otel’in daha ilerisinde, koyun diğer tarafında, eskiden Atami Otel’in olduğu yerde. Doğuş Grubu birkaç sene evvel burayı almıştı. Ne yapacak diye merak ediliyordu. Bu sene cevabını buldu, Il Riccio. Capri’yi aynen buraya taşımışlar. Tamam, Capri’nin kendine göre bir ambiyansı var ama bizim buradaki Il Riccio çok şık, hem de ferah ve geniş. Oradaki yüksek kayalık bir tepenin üstüne kondurulmuş. Cennet Koyu’ndakinde ise restoranın önünde zeytin ağaçları ile donatılmış geniş bir bahçe var. Denize doğru iki set yapmışlar. İlk setin sol kısmında büyükçe bir havuz var. Havuz çam ağaçları ve lebiderya Cennet Koyu manzaralı. Diğer setlerden denize iniliyor. İçeride balık pazarını kıskandıracak günlük deniz ürünlerinin sergilendiği bölüm ve tatlı odası görsel şölen. Restoran harici Jackie Onasis ile meşhur olmuş el yapımı Capri sandaletlerinin ve kıyafetlerin satıldığı bir mağaza var. Dekorasyon ve manzara dört dörtlük.

        DENİZ ÜRÜNLERİNDE İTALYAN İŞİ

        “Peki ağabey iyi hoş anlattın da yemek olayı nedir” derseniz, meraklanmayın böyle bir yeri boşuna yapmamış adamlar. Bodrum ve Datça’daki Il Riccio’ların mutfağının arkasında Capri Palace’ın iki Michelin yıldızlı restoranı L’Olivo’nun baş şefi Andrea Migliaccio var. Adam özel reçeteleriyle yemek değil sanat yapıyor vesselam. Mönüde deniz ürünleri ön planda. Bana kalırsa bizdekilerin lezzet olarak fazlası var eksiği yok. Bunun sebebi deniz ürünlerinde Ege her zaman Akdeniz’den daha lezzetli olmuştur. Biz de o gün gittiğimizde deniz ürünlerini tercih ettik. Kalamar, ahtapot, sübye, karides ve çıtır sebzelerle yapılan salatayı ortaya yaptırdık. Ev yapımı makarnalarından ortaya birkaç çeşit aldık. Denizkestaneli spagetti, kuşkonmaz, karides ve burrata peynirli tagliolini ve bir de meşhur, peynirli caprese ravioli istedik. Ana yemek olarak kızarmış kalamar, karides ve barbundan oluşan karışık balık tabağı yaptırdık. Deniz ürünleri çok taze olduğu için insanın iştahı açılıyor. Hamur kıvamı ve pişirmesiyle makarnaların lezzeti tam. Salon şefleri, garsonlar samimi fakat asla laubali değiller. Sağa sola bakıp adam aramıyorsun. Servis tabiri caizse ateş denilen cinsten. O akşam sohbet de güzel olunca daha bir keyif aldım. Yemek faslından sonra bahçe bölümüne geçtik, elimde şarabım, yanımda dostlarım, tepede ay ışığı... Daha ne olsun. . Il Riccio’da yediğim yemek ve o akşamı sorarsanız diyecek tek bir sözüm var “Viva la dolce vita!” (Yaşasın tatlı hayat.)

        İki balıkçının yıllardır bitmeyen dostluğu

        Beş masayla, altı tabakla başlayan hikâyeleri bugün şöhreti sınırları aşmış iki markaya dönüştü. Bodrum dedin mi yerli yabancı herkesin aklına gelen isimlerden oldular. Birisi Gümüşlük’ü kendine mesken tuttu, bir diğeri Yalıkavak’ı. Balıkçı Sait ve Mimoza yaklaşık yirmi yıldır balığın ve mezenin en tazesini kendilerine has atmosferleriyle konuklarına sunuyor. İki fenomen isim Sait Ağabey ve Fikret Alphan’la Yalıkavak Marina’daki Sait’te bir araya geldik. Akşamdan geceye uzanan sohbet bu sefer lezzetin önüne geçti. Soframızdan kahkaha eksik olmadı. Vallahi o akşam muhabbetten doğru düzgün bir şey yiyemedim. Bodrum’da olduğum zaman mümkün mertebe farklı yerlere gitmek istiyorum. Ama fırsatını bulduğumda Mimoza ve Sait’e mutlaka uğrarım. Ne zamandır ikisine de gitmiyordum. Bunun üzerine bizim Fikret’i arayarak “Sait Ağabey’e gidelim hem ikinizi de görmüş olurum” dedim. Fikret de “Ne zamandır görmek istiyordum Sait Ağabey’i” deyince soluğu marinada aldık. Sait milyonlarca dolarlık bu eğlence adasının sacayaklarından biri. En çok iş yapan mekânların başında geliyor. Mimoza ise dekorasyonuyla Gümüşlük’te bulunduğu konumu öyle bir tamamlıyor ki mekâna karşıdan bak vallahi kartpostal, tablo dersin. Sait bu sene mekânı biraz daha büyüttü. Bakmayın esnafın sezon kötü laflarına, geçen seneye göre yüzde 20 daha fazla iş yapmışlar. Sait Ağabey yeni yapılan, neredeyse denizin içinde olan bölümde kurmuş masayı. Dışarıdan rakip gibi gözükseler de bilenler bilir, Fikret ile Sait Ağabey’in arasından su sızmaz. Bu zamana kadar birbirlerine yardımları dahi dokunmuştur. Fakat ikisi de her an işlerinin başında oldukları için çok sık görüşemiyorlar. Balıkçıklar için değişmez bir kural var, ya meze yemeye gideceksin ya da gelip adamakıllı balığını yiyeceksin. O akşam da mezeden gittik. Ortaya kendi bahçelerinden topladıkları yeşilliklerle salata yaptırdık. Odun ateşinde közlenen topan patlıcan aldık. Enginar kalbi ve Bodrum’a özgü gambilya favası aldık. Deniz ürünlerinden de yerli kalamar tava, balık kokoreç ve tereyağında sarımsak, kuşkonmaz ve şarapla sote edilmiş kum midyesi istedik. Tabii ikisi de balıkçı olunca tatlı bir rekabet masamızdan eksik olmadı. Sait Ağabey çok özendi, yalan yok Fikret de masaya gelen her şeye hayran kaldı. Hem Fikret, hem de Sait Ağabey’in hoş sohbetleri pek bir meşhurdur. Benim diyen talk şovcuya taş çıkarırlar. Hal böyle olunca zaman nasıl geçti anlamadım. Bu güzel akşam için ikisine de teşekkür ediyorum.

        Diğer Yazılar