Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        İSTANBUL’U dinliyorum gözlerim kapalı... Üstat Orhan Veli’nin şiirini bilmeyen yoktur sanırım. İstanbul’a nereden bakarsan bak çok güzel. Yeter ki bakmasını bil. Bana göre Anadolu yakası Avrupa yakasından daha güzel, daha medeni. Sahil şeridinde yüzlerce mekân var. Hepsi çok güzel. Neyse biz asıl konuya gelelim. Uzun süredir aklımda olan ama bir türlü fırsat bulup gidemediğim Çengelköy Sumahan’da aldım soluğu. Geçtiğimiz günlerde 10. yılını kutlayan otel, özellikle yabancıların çok tercih ettiği bir yer. Ben de turist kafasıyla bir gün otelde kaldım. Muhteşem bir yerde, muhteşem bir manzarası var. Her şey yerli yerinde, ne çok lüks ne vasat. Eski yapı yüzde yüz korunduğu için büyük keyif alıyorsunuz. Artık böyle yapılar çok az kaldı. Sumahan eskiden alkol fabrikasıymış. Yeni sahipleri uzun uğraşlar sonunda böyle bir mekân ortaya çıkarmışlar. Yaklaşık 24 odası var. Hepsi deniz manzaralı, caddeye bakan oda yok. Odalar çok sade ve keyifli. Hemen önünde kendine ait bir restoranı ve kafesi var. Günün her saati açık, ister kahve için ister yemek yiyin. İnanılmaz sakin ve huzurlu. Otelin başında Tuba Tekeli var. Çok başarılı, zaten genel olarak baktığınızda kadın eli değdiğini anlıyorsunuz. Personel çok kibar ve bilgili, sorduğunuz her soruya cevap veriyorlar. “Bilmiyorum”, “Bilgim yok”, “Dur sorayım” gibi lafları duymuyorsunuz.

        Sumahan kendi bünyesinde bir restoran yapmış: Tapasuma. Mekân gayet şık ve rahat. Dünya mutfağından seçkin örnekler sunuluyor. Mutfakta şef Gökay Çakıroğlu var. Ama ben o gece yemek tercihimi Sumahan’dan yana kullandım. Sanki Avrupa’da bir yerdeymişsiniz gibi hissettiriyor. Önce modern meze tabağı ile başladık. Daha sonra iki çeşit etle devam ettik, finalde sufle aldık. Hepsi çok lezzetliydi. Ben bir an önce deneyin derim.

        Hamdi’nin başarısının sırrı

        BİR marka kolay kolay bir yere gelmiyor. Siz emek verdikten sonra isterse adı “Teneke” olsun marka yine yerini bulur. Bugünün en büyük markalarından biri, kebabın duayenlerinden Hamdi’den söz edeceğim. Hamdi Ağabey yıllar önce Eminönü’nde küçük bir yer açarak işe başlar. O gün bugündür işin başından hiç ayrılmayarak hayatına devam eder. Şimdi İstanbul’da üç tane yeri var. Ancak en önemli yeri şüphesiz tarihi yarımadada bulunan mekânı. Hani şu manzarasıyla insanı alıp götüren yer. Yaklaşık 500 kişilik bir kapasiteye sahip olan Hamdi Restoran, yurtdışından gelen misafirlerin en çok tercih ettiği mekânların başında geliyor. Hamdi Ağabey geçtiğimiz yıl Şişli Radisson Otel’in altında yeni bir şube daha açtı. Eminönü ile arasında çok fark var tabii, burası bölgede yoğunluk gösteren iş dünyasına hitap ediyor. Otelin hemen girişinde, solda konumlandırılan Hamdi’nin bağımsız bir girişinin olması büyük avantaj olmuş. Ben de mekânı çok merak ediyordum ama uzun zamandır fırsat bulamıyordum. Radisson Otel’in sahibi İskender Dilek’le bir sabah yürüyüşünde günü kararlaştırıp gittik. Hamdi Ağabey ile İskender yakın akraba, o yüzden birlikte böyle bir şey yapmaya karar vermişler. Öğle saatlerinde gittiğimiz mekânda adım atılacak yer yoktu. Etrafta ne kadar işadamı, beyaz yakalı varsa soluğu burada almış. Biz de bir masaya kurulduk, Hamdi’nin ikinci kuşak temsilcisi, oğlu Şevket bize eşlik etti. Tercihleri Şevket’e bıraktık. Önce mezeler, sonra Hamdi Ağabey’in buluşu kış lahmacunu ve tepsi kebabı geldi. Finalde tatlı çeşitlerinden karışık bir tabak geldi. Hepsinin tadına baktık. İnanılmaz lezzetli ve güzel. Servis ve personel çok iyi. İyi olmasının tek sebebi var bence, o da işin sahiplerinin dükkânın başında olması. Yeme-içme işi çiçek gibidir, bakmazsan kurur gider. O yüzden Hamdi çok başarılı. Her daim işlerinin başındalar. Yeni yerlerini çok beğendim. Daha nice yerlere diyelim...

        Diğer Yazılar