Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Yıl 1895… Paris. Luis ve Auguste Lumiere kardeşler ilk sinema gösterisi için heyecanlı, izleyiciler onlardan da heyecanlı. Nefesler tutulmuş. Filmin adı “Trenin Gara Girişi”… Birden karanlık salonda önlerindeki perdede titreşen resimler hareket etmeye başlıyor. O da ne! Dumanı tüten bir tren üzerlerine geliyor. Seyirciler şokta. Bazıları ise panik içinde salondan kaçıyor. Bu ilk acemilik çabuk geçiyor ve izleyicinin büyülü dünyayla tanışması tutkulu bir aşka dönüşüyor.

        “Konuşursam beni sadece İngilizce bilenler anlayacak ama sessiz bir filmi herkes anlayabilir ve dünya Amerika’dan ibaret değil” demişti Şarlo. Birbirini anlamayan insanlar sinema aracılığıyla tam olarak anlayabilirdiler mi bu kuşku götürür ama sinemanın toplumdaki değişimleri göstermekteki başarısı kuşku götürmez bir gerçek…

        Slavoj Zizek’in dediği gibi filmler yalan söylerken bile toplumsal yapımızın can evlerindeki yalanı söylerler ve elbette toplumlar filmler aracılığıyla kendilerini yeniden üretirler. Sinema yalnızca bir ışık gösterisi değil yani. Bir hayat… Hem toplumların gerçek yüzü, hem yalanlarının aynası…

        “Türk Sinemasında Sosyal Meseleler” kitabı, tam da bu gerçeğin izdüşümü. Editörlüğünü, Namık Kemal Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Ensar Yılmaz’ın yaptığı çalışma ile Türk sineması üzerine yazılan makaleler biraraya getirildi. Böylece Türk sinemasındaki meseleler de kendini gösterdi: Göç, şehirleşme, iktidar, inanç ve devrimcilik…

        Türk Sinemasında Sosyal Meseleler, Ensar Yılmaz / Başkayerler Yayınları, 218 sf, 16 TL

        ŞİRİN Mİ ŞİRİN GECEKONDU EVLERİ…

        Türk toplumundaki dönüşüm neyse, o perdeye yansıdı yani… 60’lardan sonra gecekondu kentleri çevrelemişti o girdi beyaz perdeye. İlk gecekondu filmi ise Orhan Kemal’in bir öyküsünden Atıf Yılmaz’ın 1959’da uyarladığı “Suçlu” filmi oldu. Ancak gecekondunun belirli bir hal alması 1960’lı yıllarda oldu. İç göç gecekondu ve gecekondulu insanın yaşamının anlatan film ise Halit Refiğ’in Orhan Kemal’den uyarladığı “Gurbet Kuşları” ydı. Sonra “Bitmeyen Yol” geldi, ardından “Murtaza”… Devamında daha pek çok film… Gecekondunun ahlaki savunusunu yapan ise Ferdi Tayfur’un başrolünü oynadığı “Durdurun Dünyayı” oldu. “Bıktım artık bu fakirlikten” diyen kız, rahat bir yaşama erişmek için zengin biriyle birlikte oldu. Filmde yoksulluğun sembolü saf bir aşk, araba tamirciliği, işçilik ve gecekondu olurken, zenginlik; lüks arabalar, kumar kentin diğer yüzünü simgeledi. Filmde zenginlik gayrı meşru ilişkiler iç içe gösterildi ve zengin olmanın dürüstlükle mümkün olmayacağı ifade edildi…

        UNUTMA BENİ

        Tanrı tüm çiçekleri adlandırdığında, isim verilmemiş ufak bir çiçek “Unutma beni ey Tanrım!” diye bağırmış… Tanrı “Bu senin adın olacak” diye yanıtlamış bağıran çiçeği. O zamandan beri o çiçek, “Unutma beni çiçeği” olarak anılır olmuş…

        Bitkiler ve insanlar arasındaki ilişki nasıl yoğunsa, o da girdi sinemaya. Gün geldi, “Unutma Beni” oldu filmin adı, gün oldu, “Çınar Ağacı”… Birbirinden değerli şiirlere adını yazan Birhan Keskin’in “Dürtme içimdeki narı / Üzerimde beyaz gömlek var” dizeleri ile başlayan “Nar” filmi buluştu sonra seyircisiyle…

        BEYAZ PERDEYE YANSIYAN İMAM

        Din adamı da, değişen din adamı tiplemesi beyaz perdede kendine yer buldu. Cumhuriyet’in başlangıç yıllarında çekilen filmlerde din ve din adamları yerilirken, özellikle Osmanlı’ya karşı tepkisel bir tutum vardı. Muhsin Ertuğrul’un 1922’de çektiği “Nur Baba” filminde tekkesini zengin ve güzel kadınları elde etmek için kullanılan şevhet düşkünü bir Bektaşi şeyhi anlatıldı. Ertuğrul’un 1932’de çektiği “Bir Millet Uyanıyor” unda ise Kurtuluş Savaşı yıllarında düşmanla işbirliği yapan Said Molla ve Yaver Feridun gibi vatan haini padişah yanlısı tiplemelere yer verildi. “Vurun Kahpeye” filminde de dini temsil eden figür olumsuzdu.

        2000’li yıllardan sonraki çekimlerde ise dini konu ve karakterlerde belirli bir değişim oldu. The İmam, Adem’in Trenleri ve Uzak İhtimal filmlerinde bu değişim kendini iyiden iyiye belli etti. Artık motosikletli, çocuklarla top oynayan hatta motosikletine kadın alan bir din adamı tiplemesi yer aldı sinemada.

        Diyanet İşleri Başkanlığı da zamanla yeni imam imajı yarattı. Önce siyah cübbeden vazgeçip yerine krem rengini öne çıkardı. Din adamlarının eğitimine, kariyerine öncelik verdi ve sinema mezunu, bestekar, ressam, akademisyen imam profilleriyle bir imaj değişikliğine gidildi…

        “İnsanın kaderler yaratma ve onları okuma isteği” olarak da tanımlanan sinema için son sözü Yalova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nden Mehmet Doğan’a bırakalım:

        ÜZERİMİZDEN GEÇEN TRENLER

        “Lumiere kardeşlerin gerçekleştirdikleri ilk sinemanın ilk halk gösteriminde, üzerlerine gelen treni görünce seyircilerden bazılar panikleyerek salondan kaçıyorlardı. Sinemanın şok tesiri yaratan bu ikonografisi, seyirci acemiliğine yorulabilir. Fakat zaman gösterdi ki, insanın ve cemiyetin üzerinden trenler gelip geçmekte. Daha doğrusu, üzerimizden gelip geçen trenleri artık sadece sinemanın kadrajında görebiliyoruz. Sinema bu büyüyle sadece şiir ve romanı öldürmedi, şiiri ve romanı artık sadece kendisi için var olabilecek bir menzile de taşımış oldu…”

        Yeni Çıkan Kitaplar

        Gırnatacı, Ercüment Cengiz / Everest Yayınları, 335 sf, 16 TL

        2012 yılı Everest İlk Roman Odülü'nü kazanan Gırnatacı, aşkı, kardeşliği, vefayı, vefasızlığı ve savrulan hayatları anlatıyor. 1890'lardan 1955 e uzanan, İstanbul ile Chicago arasında gidip gelen romana, "sol gırnata"nın hüzünlü sesi eşlik ediyor. Galata'da Küplü Meyhane'de gırnata çalan on yedi yaşındaki Osman'ın, Sultan II. Abdülhamit'in emriyle 1893 yılında Chicago Jackson Parkta açılan Colomb Sergisi'ne gönderilen musiki heyeti içinde yer almasıyla bütün yaşamı değişiveriyor. Scott Joplin'in keşfedeceği Osman, artık caz grupları arasında yer alacak, İstanbul'u, orada bıraktığı sevgilisi Meline'yİ, kan kardeşi Kevork'u unutamayacaktır. Büyülü sesiyle giderek bir roman kişisine dönüşen gırnata, okurun bildiği ama karakterlerin bilmediği yakıcı bir sırrı da beklenmedik sona götürecektir. Gırnatacı, ilginç mekânları, kıvrak anlatımı, özgün temasıyla çarpıcı bir ilk roman.

        Cümleten İyi Yolculuklar, Derleyen: Haydar Ergülen / Kırmızı Kedi Yayınevi / 280 sf, 19 TL

        Yolculuk üstüne düşüncelerin ve yolculuğun şiirinin yer aldığı yazıların yanı sıra yolculuk gerçeğinin de anlatıldığı bu yazıların her biri, aslında hem bir taşıtın hem onunla yapılan yolculuğun hem de şehirlerin ve en anlamlısı da bir insanın hikâyesini getirdi bize. Genellikle şehirlerarası otobüslerle yapılan yolculukların anlatıldığı yazılarda taşradan İstanbul’a, çoğunda ilk kez yapılan yolculukları okuduk... Babalar ve oğullar, çocukluk ve gençlik izlenimleri, masum ve hınzır anılar, hepsi bu otobüs kitabına konuk oldular. Bazı yazılar bizi köy, kasaba minibüsleri ve köy postalarıyla tanıştırdı. (İçindeki yazılar; Sıddık Akbayır, Sina Akyol, Nalan Barbarosoğlu, Habib Bektaş, Ahmet Büke, Metin Cengiz, Jaklin Çelik, Ali Çolak , Refik Durbaş, Şükrü Erbaş, Haydar Ergülen, Cezmi Ersöz, Adil İzci, Özcan Karabulut, Gonca Özmen, Ahmet Telli, Bâki Ayhan T., Kemal Varol, Murat Yalçın, Özcan Yurdalan)

        Deliliğin Dağlarında, Howard Phillips Lovecraft / İthaki Yayınları, 160 sf, 16 TL

        Korku edebiyatının en önemli isimlerinden Howard Phillips Lovecraft’ın en dikkat çekici eserlerinden biri olan ve İthaki Yayınları tarafından yayımlanan Deliliğin Dağlarında gözden geçirilmiş yeni baskısı ve yeni kapak tasarımı ile raflardaki yerini alıyor. Ünlü yazarın 1936 yılında uzun bir öykü olarak yazdığı Deliliğin Dağlarında, bir jeoloji ekibinin Antarktika’ya giderek, yüzyıllardır ıssız olan bu coğrafyada tanımlayamadıkları varlıklarla karşılaşmalarını anlatırken, yaşanılan korkuyu bir bilim adamının gözünden yansıtıyor. Karanlık bir geçmişte yaşayan varlıkların keşfini ve bunun yarattığı dehşeti anlatan Deliliğin Dağlarında, Cthulhu Mitosu’nun temel öğesi olan Eskilerin tarihine de ışık tutuyor. Korku, bilimkurgu ve fantezi türlerinde eser veren pek çok yazara ilham kaynağı olan Lovecraft, Deliliğin Dağlarında ile modern insanın umutlarının karşısında yükselen karanlığın ve deliliğin öyküsünü okuyucu ile paylaşıyor.

        Diğer Yazılar