Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Onlar onu yapmaz… Bunlar bunu yapmaz… Şunlar şunu yapmaz!

        Cinayet, katliam, kıyım, kırımlarla ilişkilendirilmek, her kimlik, aidiyet, mensubiyet ve inancın ağrına gidiyor ama…

        Aslolan, belki azınlıkken, bazen çoğunlukları da sürükleyerek, birilerinin bunları hep “ilişkilendirerek” yapması.

        Kendi kimliğini ilişkilendirerek; başkasının kimliğini ilişkilendirerek.

        Kendini o “yüce” kimliğin doğru temsilcisi sayarak; başkalarını öteki “kötü” kimliğin temsilcisi sayarak.

        ***

        İşin içinde müthiş istihbarat cinlikleri yoksa…

        Göründüğü, beklendiği, olabileceği gibiyse; “Paris katliamı” da kendilerini “dinin” temsilcisi sayan, doğruysa, Fransa doğumlu, Fransa vatandaşı o iki kardeşin işi.

        Milyonlarca sıradan insanın, kimliğinden-inancından kalkarak nefret, kin, intikam suçu işlemediğini biliyoruz; yani dünya sadece cehennem değil!

        Ama böyle vahşetlerin, bireysel veya örgütlü, devlet dışı veya bizzat devlet olarak suçluları, “ilişkilendirerek” yapıyor, ne yapıyorlarsa.

        O yüzden, bireysel suç bile, kolektif bir nefretin parçası ve eseri genellikle.

        ***

        Elbet ne şimdi, hele hele ne de tarihte, sadece “Müslümanlar”a dair bir şey bu.

        “Batı Medeniyeti ve asli parçası Hıristiyanlık” engizisyondan mezhep ve din savaşlarına, Haçlı seferlerine, kölecilikten ırkçılıklara, faşizme, Nazizme, epey “kıyam” çıkardı.

        Bir kırımın mağdurları, “İsrail Devleti” altında örgütlü biçimde, başka bir halkın toprağını, hayatını, canını aldı.

        Tamam öyle de, bu da böyle!

        “Başka dinler, mezhepler, milliyetler, etnisiteler”le kolayca ilişkilendirilebilen “kimlik ve nefret kıyımları”nı Müslümanlıkla “ilişkilendirmek”te ancak şöyle zorluk çekebiliriz:

        Öyle bir nefretin (ve şiddetin) eylemli yahut destekçi parçası, ruh ikizi değilsek…

        Vicdanımız, sebebi ne olursa olsun, nefret katliamlarını, namert saldırıları kabul etmiyorsa!

        Kimseyi kimseden ayırmıyorsak!

        Yoksa sendeki nefret de işte aynı nefret!

        ***

        Elbette tüm kimliklerin, inançların duyarlılıkları, “kutsal kırmızı çizgiler”i var.

        Bunları bu çağda da değiştirmezsiniz, tamam ama, “saldırı ve hakaret” mevcutsa, bu devirde tavrınız çok farklı olur artık.

        Yani öyle varsayılıyor!

        Sözle, çizgiyle, yazıyla “saldırının cezası” protesto olur, davalar olur¸ karşı yazılar, sözler, çizgiler olur; silahsız insanları kıstırmak, kurşuna dizmek mi olur?

        Kimi, evet diyor!

        Ne fark olur o vakit; kimlikleri, inançları, inanmadıkları, itirazları, sözleri yüzünden “bize yakın birileri”ni katledenlerden?

        Çünkü, biz biziz onlar öteki, diyor kimileri!

        Demokrasi, hukuk devleti, siyasi mücadele, sivil toplum hareketleri gibi “imkânlar”ı reddedeceksek, niye sık sık onlarla oyalanıyor ve oyalıyoruz ki usta!

        Neden sandığa yapışıyoruz?

        ***

        Siz, devlet büyüğü yahut sokaktaki insan olarak, istediğiniz kadar “ilişkilendirmeyin”; Pakistan’dan Suriye’ye, Irak’tan Yemen’e “birbirini katleden Müslümanlar” çağdaşımız!

        Bir ötekini “Müslüman olmadığı” için veya “hakiki Müslüman olmadığı için”, “kendi gibi olmadığı için” katledenler.

        Suriye rejiminin katlettiği bir çocuk ne karikatür çizmişti ki…

        “Daiş” Işid’in kafasını kestiği biri ne zaman “Peygamber’e hakaret” etmişti ki?

        Irak’taki canlı bombalar kimi neden öldürdüğüne dair arşive mi sahipti?

        ***

        Tabii ki, “sömürgecilik ve emperyalizm”den Ortadoğu işgalleri ve despot rejimlerine, Batı’da maruz kalınan ırkçı, aşağılayıcı her şeye, bin türlü “ötekilerin günahı” da sayarız.

        Tarihin kötü cilvesi, o acayip paradoks şu ki…

        “Paris’te katledilenler” bilhassa Müslümanlara karşı ayrımcı “eleştiri ve hakaret”in çizerleri de değildi; eleştiri (ve hatta hakaret) ise, Hıristiyanlık ve Yahudilik de onların sivri çizgisinden nasibini alıyordu.

        Özellikle kendi devletleri ve üst sınıflar da.

        Kendi ülkelerindeki yabancı düşmanı ırkçılar da.

        “Aşağılanan yabancılar”ın, itilen kakılan Fransa Müslümanlarının da yanında olabilen deli dolu bir “muhalif gelenek” işte.

        Derginin öldürülen düzeltmeni Mustafa değil miydi hem!

        Yerde yaralı yatarken kahpece öldürülen bisikletli polis de, Ahmet!

        O masada öldürülen Maris, alttakileri ezen sistemin en haşin ekonomi eleştirmenlerinden değil miydi?

        Avrupa, bilhassa Almanya ve Fransa’daki ırkçılara, yabancı ve İslamiyet düşmanlığına karşı sesi gür çıkanlardan, 2004’te (AKP’nin iktidar olduğu) Türkiye için Avrupa Parlamentosu’nda, Avrupa sağ partilerine inat “Evet” pankartı açan öncülerden Cohn-Bendit, o 68 lideri de derginin yakınıydı; arkadaşları katledildikten sonra bile şöyle diyordu:

        “Bu İslam değil; İslamo-faşizm. Batı’da da faşizmler çıktığı gibi.”

        Öldürülenlerin, “Anti-İslam” değil, “Anti-militarist, anti-otoriter” olduğunu anlatıyordu.

        Tam da Müslümanları da dışarıdan-içeriden hep ezen, bazen onları saran, bazen bizzat sarıldıkları militarizm ve otoriterlik gibi.

        ***

        Dünyayı nefret ezberleriyle anlamak, anlatmak kolay.

        Batı’da kimi siyasi veya ırkçı akımların Müslümanlara karşı yaptığı gibi…

        Ortadoğu’da Müslümanların da Müslümanlara kıydığı gibi.

        Bir de şu var:

        Dünyayı akıl ve vicdanla anlamaya çalışıp, hak ve özgürlüklerle tahayyül etmek de var.

        Dünya sadece cehennemden ibaret değil; çünkü Müslüman, Hıristiyan, Yahudi, inançlı-inançsız, Batılı Doğulu, öyle insanlar da var.

        Diğer Yazılar