Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Bir genç kız öldürüldüğünde…

        Toplumun en azından bir kesiminde “Cumhurbaşkanı’nın bir sözü” akla geliyorsa…

        Bir esnaf gazeteciyi bıçakladığında, hem de Ali İsmail Korkmaz’ın “sopa ve tekmelerle öldürülüşünün davası”yla aynı gün söylediği “esnaf gerektiğinde polis, askerdir” sözü geliyorsa akla…

        Hakikaten ciddi bir sorun var!

        ***

        Muhtemelen, “Başkalarının hayatı”na bu kadar çok laf edilince…

        Kimi laf da “başkalarının ölümü”ne denk geliyor işte!

        ***

        Arınç “Yüzde 50 bizden nefret ediyor” derken, belki haklı, belki o kadarı abartılı.

        Ama “Yüzde 50’den de biz nefret ediyoruz” dese, abartılı da olsa, belki çok haklı olacak!

        Muhtarlara hitabında “50 kişi de seçse, 20 milyon da seçse, seçilmiştir, saygı duyacaksın” derken dahi, yine “seçilmiş” olan ana muhalefet genel başkanına “Sen de kimsin ya” diyor Cumhurbaşkanı.

        Parti lideri olan bir başbakandan söz etmiyoruz.

        Tarafsız, herkesin cumhurbaşkanı” söyleyen!

        Bir genç kızın öldürülmesini kendisinden farklı değerlendirip farklı protesto eden kadınlara “Senin bizim medeniyetimizle, inancımızla alakanız yok” diye kızıyor.

        İnsanları etiketlemek, damgalamak, ayırmak, hatta hedef göstermek…

        Bu mudur görev ve yetkiler…

        Bu mu demokrasi ufku…

        Bu mu “Barış” lisanı?

        ***

        Özellikle “Temel siyasi figür” olmakta ısrar ettikçe, Cumhurbaşkanı da sık sık eleştirilecek elbet.

        İçtihat”ın da kabul ettiği gibi, “sert biçimde” de eleştirilecek.

        Sonuçta milyonlarca insan ve bir tek cumhurbaşkanı, bir tek başbakan var.

        Milyonlarca insanın her birinin; kiminde sevgi, kiminde nefret, milyonlarca hissiyatı, düşüncesi, desteği veya tepkisi, öfkesi var.

        Demokrasi, hukuk devleti, eleştiri ve ifade özgürlüğü ile çok sesliliğin “evrensel” diye kabul edilen hukuktaki anlamları da bu!

        Ama “Tek bir kişi” o milyonlarca insanın bir kısmına her gün laf yetiştirmeye, neredeyse tek tek hedef almaya kalktığında, bambaşka bir şey.

        Milyonlarca insan her gün bir tek yönetici için konuşabilir…

        Ama tek bir yönetici milyonlarca insan için her gün konuşarak hepsine yetişemez zaten.

        O yüzden “susturan, bastıran, sindiren” kanun ve polis devletine yuvarlanıp gidilir.

        Kanunlar, yargı ve “güvenlik” güçleri, “iç güvenlik” diye seferber edilir.

        İşçilerin işyerlerinde, kadınların sokaklarda ve evlerde, çocukların meydanlarda öldürüldüğü bir ülkede; böyle “iç güvenlik” de iç edilen “iç güveysi güvenlik” olarak tecelli eder!

        ***

        Ama hakikaten iş değil bu!

        Yüzde 50’yi tutmak, katılaştırmak için, “kendisinden nefret ettiğine” inanılan öteki yüzde 50’ye, en azından her gün bir kısmına sürekli nefretle vurmak “yara yara” büyük yara açıyor.

        O kim ya…

        Şu inançsız…

        Beriki hain…

        Ötekiler medeniyetimizle alakasız!

        Her bir gün, her iki yüzde 50’yi de hem kendi içinde, hem bir ötekine karşı…

        Hem sokakta, mahallede birebir bir diğerine diş bileyecek halde keskinleştiren bir lisan mıdır “Medeniyetimizin lisanı” ki?

        Neden “Sık la sık” diyen polis amiri görevden alınıyor ki?

        Yerde yatana tekme atanlar, atanları tutanlar; esas duruştaki askere tekme atanlar, atanları kollayanlar “Devlet” ise; “seçilmiş” milletvekillerine, o arada kadınlara da yumruk sallayan, çanla, tokmakla vuran da “iktidar mensubu” ise!

        ***

        Nuh Köklü “gazeteci” olarak öldürülmedi.

        Bir genç kızı daha yok eden şiddet ve vahşetin hemen sonrasında, belki onun için de yandığı bir günün ertesinde, “şiddet kurbanı bir vatandaş” olarak can verdi.

        Herkesin başına gelebileceği gibi.

        Palalar, sopalar, bıçaklardan bir memlekette.

        İç Güvenlik” için seferberlik sırasında “iç şiddet humması”yla.

        Ama “gazeteci” olarak da defalarca yaralanmıştı.

        Yasal hak zannedilen sendikalı olmaya çalışmış, yasal hak sanılan greve 10-15 arkadaşıyla çıkmış…

        Zaten o yüzden işten atılmış, daha sonra medyadaki bir başka işinde de tutulmamıştı.

        Onu ve arkadaşlarını “grev önlükleri” ile tanımıştım.

        Hemen hiç gitmeden yazılarımı ilettiğim Sabah-ATV binasının önündeydiyler.

        O kapıdan her gün girip çıkan “demokrat… cumhuriyetçi” büyük yazarlar kapının önündeki “meslektaşları”nı bir kez bile görmedi.

        Bir yazıyı bırak, tek bir kelimeyle bile.

        Hoş, sözde rakip gazetelerdeki büyük cumhuriyetçiler ve de yüce demokratlar da “grevciler”i tek kelime görmemişti.

        Kendi patronları kızar diye!

        Kibir ve içten pazarlık gazetecileri”nin görmediği grevi, polis şiddetiyle öldürülüşünün 12’inci yılında “Metin Göktepe” görmüş, 2008 Göktepe Ödülleri’nde “Dayanışma Ödülü” grevci gazetecilere verilmişti.

        Esasen hepimiz için utançtır ama, o gün bana da “Toplumun çeşitli kesimlerinin sorunlarıyla birlikte, medyanın ve kendi gazetemin görmediği grevci gazetecileri de gördüğüm, yazdığım için” ödül verildi!

        Zaten doğal olanı yaptığım için!

        O iki ödül de sansür edildi zaten.

        1996’da “Merkez sağ-sol iktidar” döneminde polisin döve döve öldürdüğü Gazeteci Metin Göktepe’den, 2015’te “yerine göre polis esnaf”ın bıçak vura vura öldürdüğü Göktepe Ödüllü grevcilerden Gazeteci Nuh Köklü’ye gelivermişiz işte!

        İçimiz dışımız hep güvenlikti oysa!

        ***

        Nuh Köklü’nün annesi ve ablası, tabutuna kartopu koyuvermiş.

        Büyüyüp çığ olası…

        Kalın kafalarımıza…

        Taş kalplerimize vurası kartopları!

        Diğer Yazılar