Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        26 Mayıs’ta duruşması var.

        Benim oğullarımııın” diye bağıran babaların ülkesinde.

        O da oğuldu.

        O da anneydi.

        Onur Yaser Can ve annesi Hatice Can, bu düzenin maddi-manevi şiddetine maruz kalarak canlarını verdiler.

        Belki bir şey anlarız diye.

        İster geçmiş “Anneler Günü” diye okuyun… İster “Gençlik Bayramı” diye.

        Müsaadenizle, o günlerdeki yazılarımdan biriyle.

        Başlık dahil, yazıdaki her şey o günkü gibi.

        Onur Yaser ile Hatice Hanım yine yok.

        Tek değişiklik, yazıdaki “Başbakan” artık “Cumhurbaşkanı”; Başkan olmak istiyor!

        ***

        Babasınız ya, sizin oğlunuzu hiç çırılçıplak soydular mı? Hiç çıplak bir boşluğa attı mı kendini, evladınız?

        Bebeklikten söz etmiyorum Beyefendi. Karyoladan düşmekten de değil.

        Bir karakolda mesela. Siz yine başbakansınız o sırada, mesela.

        Bir “kahraman” bir “çete” dediğiniz kimi polis, 2010 Haziran başında, henüz 28 yaşında, mimar Onur Yaser Can’ı gözaltına aldı.

        Pardon, gözaltı bile değil. Ailesine haber verilmedi. Avukat istenmedi.

        Ama nezarete kondu. Çırılçıplak soyuldu. Cinsel tacize maruz kaldı.

        Çıkışta doktor raporu bile aynı polislerin huzurunda hazırlandı. (Hıdır Tok’un Başka Haber’deki hakikaten başka türlü haberi!)

        İfadesiyle defalarca oynandı. Kağıt üstünde ne kadar hukuk kuralı varsa yer üstünde hepsi çiğnendi.

        ***

        Kendisi şöyle aktarmış başına gelenleri:

        Gözaltında çırılçıplak soyuldum. Duvara yaslanmamı söylediler. Bir süre çömelerek bekletildim. Tokatlandım, aşağılandım. İfademden farklı ifadeler imzalatıldı.”

        Sonra bir daha çağırmışlar karakola.

        Haberdeki anlatımla, “Çırılçıplak soyulduğu karakola bir daha gitmektense çırılçıplak soyundu…”

        Ve kendini öylece, devlet tacizine karşı bu kez kendi iradesiyle kaldığı çırılçıplaklığıyla, yaşadıkları apartmanın penceresinden boşluğa attı.

        Hemen ölmedi. Ambulans bir türlü gelmedi. Hastane hastane dolaştırıldı son nefesini vermeden önce.

        Yani yaşarken işkence, ölürken işkence.

        Siz o sırada başbakansınız mesela.

        ***

        Sonra ne mi oldu?

        11 ay sonunda polisler hakkında işkenceden takipsizlik verildi.

        Savcı, tanıdık.

        Hani ancak kendi oğullarınıza işkencesiz, tacizsiz, çırılçıplak soymadan; sadece paranın rengi vesilesiyle dokununca “Hain, çete, haşhaşi, örgüt, paralel” diyerek hukuku, HSYK’yı, adliyeleri, emniyeti, istihbaratı altüst ettiklerinizden biri.

        Başkasının oğlu” olunca, çırılçıplak soyulunca, “başkasının oğlu” olunca ne kelime, ölünce; öyle bir fırtına kopmuyor, bir deprem olmuyor, hükümet sinirlenmiyor, “O savcı var ya, o savcı” demiyor haliyle.

        Tamam, “evlatlar ölmesin” diyen bir karış barışımız ellerinizden öper de, bakın yerde yatan onca evladın bedenine:

        20-25-30 diye Havuz Kuru’yla üç beş kuruş 1 trilyon diye sayarken kimi oğullar…

        Kimi de işkence izleri, sopa darbeleri, mermi delikleri, kapsül sillesiyle çırılçıplak!

        ***

        Sonra daha ne mi oldu?

        Polisler hakkında evrakta sahtecilikten dava açıldı.

        İki polis mahkum oldu, iyi halden indirildi, şu bu.

        Anne Hatice Can, o duruşmalarda, adeta son nefesiyle, demiş ki:

        Bebekliğinden itibaren ailesinden tek kötü ses duymadan, bir fiske dahi vurulmadan büyütülen, mimar, müzisyen, heykeltıraş bir genci çırılçıplak soydular, aşağıladılar. Kamera kayıtları da ortada yok.”

        O sırada, misal, siz başbakansınız.

        ***

        Daha sonra ne mi oldu?

        Günlerden pazardı. Oğullarınızın, danışmanlarınızın, adamlarınızın, rezalarınızın, rızalarınızın, biteviye heves ve nefeslerinizin “montaj-dublaj-arbitraj” sesleri üzerimize üzerimize sızarken, gümbür gümbür azarken…

        Hatice Can, hani bir daha çırılçıplak soyulmamak için karakolda, çırılçıplak atlayıp da boşluğa, kendi canını alan gencin annesi…

        İntihar edip kendi canını da verdi bu adalet düzenine!

        Siz tabii, o esnada yine başbakansınız…

        Bağırıyorsunuz, “Çocuklarımız” diye…

        Bağırıyorsunuz “İnsanın mahremi” diye…

        Bağırıyorsunuz “Çocuğu olmayan anlamaz” diye!

        Konu başka ama bağırıyorsunuz işte!

        ***

        Belki şimdi merak edersiniz o oğlun da adını; unutmayın, “not etsin oğlunuz” diye, yazıvereyim bir kez daha, şu köşeye:

        Adı Onur’du…

        Soyadı Can.

        Canını verdi… Onuru baki kaldı!

        ***

        Hiç unutmayın, aklınızdan hiç çıkmasın.

        Hafızanıza bir kazınsın:

        Bir anaydı, onun da bir oğlu vardı.

        Bir canı kaldı.

        Belki utanırsınız diye…

        Onu da kendi aldı!

        ***

        Şimdi saymaya, sıfırlamaya devam edebilirsiniz:

        20, 25… 30, 40!

        Babasınız ya, sizin oğlunuzu hiç çırılçıplak soydular mı? Hiç çıplak bir boşluğa attı mı kendini, evladınız?

        BARAJ BOMBALARI?

        Bir siyasi partinin, kim olursa olsun, binaları, onca saldırıdan sonra bir de bombalandığında, o ülkede iktidar da sorumlu olur.

        Zaten, demokratik bir ülke ise, iktidar da o sorumluluğu bilir.

        Saldırıya uğrayana, hiç olmazsa o gün o eylemleri önleyememenin bir hissiyatıyla “terörist” filan demeyi az bırakır.

        Fakat burası Türkiye. Burada barış yok!

        Hepsi ilüzyon.

        Oy için barış lazımsa, aha…

        Baraj için savaş lazımsa, oha!

        Elbette bombalar için iktidarı suçlamıyorum.

        Ama iktidar bombalananı suçluyor.

        İktidarın tepesinden birilerinin daha önceki “Orayı başınıza yıkarız” sözleri çınlıyor.

        Kendilerinin oturduğu “çözüm süreci”nin muhataplarına saldırarak baraj kurmak istiyor iktidar… Kendilerinin siyasete davet ettiklerine “Bunların barajı aşması” tehlikeli diyor.

        Yani kendilerinin kutsadığı sandığı bile lanetliyorlar.

        Esas bomba zaten bu.

        Ötekilerin arasında hangi parmaklar varsa, belli ki hem HDP’yi hem MHP’yi de vurmaya çalışmış; belli ki “savaş, terör, misilleme, çatışma ortamı ve havası” arzuluyor birileri.

        Hakikaten kadersiz bir ülke ya!

        Diğer Yazılar