Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Belki şöyle anlatabilirim.

        Özellikle AKP’ye gönül ve oy vermiş olanların en azından bir kısmına.

        Sınırın hemen öte yanında, sınıra yapışık vakalarda devletin tutumunu, “Kobane, Kürtler…” deyince tam anlamakta daha zorluk çekenlere.

        ***

        Devletin, TIR ve nakliye konusundaki “insani yardım” hassasiyeti dışında, “insani ayrım” hassasiyeti de müthiş.

        Işid’e karşı politikayı da böyle bir hassasiyet belirliyor.

        Size bunu başka bir yolla da aktarmayı deneyeceğim.

        ***

        Biliyorsunuz, Işid Musul Konsolosluğumuza yaklaşıyordu.

        Meclis’te kimi AKP milletvekili buna “palavra” dedi.

        Ve derken, aynı iktidar, konsolosluğun “mukavemet etmeksizin terkini” emretti.

        Terk derken, terk edip kurtulun, değil.

        İşid’e teslim edin, Işid’e teslim olun!”

        (Kimseye zarar gelmesin diye elbet) Tek kurşun atmadan, hiç mukavemet etmeden.

        Teslim edenler rehin alındı.

        Sonra rehinler teslim alındı.

        Çok şükür!

        Davutoğlu, yurda dönen “kahramanlar”ı alnından öptü.

        Tabii öpsün.

        ***

        Biliyorsunuz, Işid Süleyman Şah Türbesi’ne yaklaşıyordu.

        Devlet “çok başarılı” bir operasyonla, haliyle türbenin toprağını değilse de, içindeki ve üstündekileri, orada nöbet tutan askerleri alıp geldi.

        O “Türkiye toprağı” da Işid’e teslim edildi ve “geçici, güvenli yeni türbe mevkii” Kürtlerin hakim olduğu bölgede mi ne bulundu.

        Zaten devletin reddine karşılık, bu sütunda daha önce aktardığım kimi mahkeme kayıtlarına göre, operasyonda “tank üstüne dahi çıkartılan ve kamyonetlerle eşlik eden, yerli sivil eskortlar” vardı.

        Mukavemet etmeksizin Işid’e toprak teslim edilen operasyon” da, biliyorsunuz, “kahramanlık” olarak tarihe yazıldı.

        Tarihin nasıl yazacağını henüz bilmesek de.

        Bu “kahramanca operasyon”un tek şehidi ise, çatışmada değil, “eskort trafiği ve karışık emirler yüzünden” kafası karışan tanklardan birinin namlusunun, o astsubaya tam (mecburen başlıksız) film çektiği sırada çarpmasıyla verildi.

        Operasyonu yöneten büyük devlet adamları ve kurmaylar, tek şehidin sorumluluğunu iki uzman erbaşa havale edip arazi oldu.

        ***

        Nihayetinde, “Işid’e, mukavemet etmeksizin Konsolosluk ve Türbe teslim etmek” kahramanlık sayıldı.

        Alınlardan öpüldü.

        Alınlara da yazıldı.

        ***

        Astsubay Özgür Örs ise “Hudut Karakol Komutanı” idi; biliyorsunuzdur, komutanların aşağıda gördüğü, aralarına pek almak istemediği astlar böyle “komutan” da oluyor; nitekim Şah Fırat’ta şimdi suçlu ilan edilen bir uzman çavuş da “tank komutanı.”

        Tanka girebiliyor komutan olarak, ama bir orduevine giremiyor, uzman diye!

        Özgür Örs’ün görevi zaten sınırda insan trafiğiyle mücadele etmekti. Anlaşılan bunu çok ciddiye aldı. Işid’e giden gelen epeyce kişi yakaladı.

        Hatta “Gazze’de İsrail’e karşı mücadele için örgüte katıldık deyince tehdit edildik” diye Işid’den kaçmış iki kişiyi de.

        Yine böyle “eleman” kovalarken sınırı geçti; hani o sınırı.

        Bu kez Işid onu yakaladı, rehin aldı.

        Tek kurşun atılmaksızın” devlet 4 gün sonra onu Işid’den teslim aldı.

        ***

        Sorun şu ki, o “kahraman” sayılmadı!

        Yani Işid’e “mukavemet etmeksizin” konsolosluk ve “vatan toprağı” teslim edenler ile ettirenler “kahraman” sayılırken…

        Kimse “Onca kişiyi yakaladığı için” demiyor elbet; o “mukavemet etmeksizin” rehin alındığı için şimdi ordudan atılmak üzere!

        Hem de “Yerli yabancı yayınlara da konu olarak, Türkiye Cumhuriyeti ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin itibarını zedelemek” suçundan!

        Avukatı Erkan Akkuş, onu böyle suçlayanlara, Başbakan’ın “Konsolosluğu mukavemet etmeksizin teslim edenler”i alnından öptüğü fotoğrafı sundu; belki öyle anlaşılır diye.

        ***

        İçinde “Işid’e mukavemet” etmiş ve “Kobani düştü düşerken” sınır komşusu olmuş kadın- erkek Kürtler de pek geçmeden bir şey anlatmaya çalıştım.

        Belki böyle “soyutlama yöntemi”yle daha iyi anlaşılır; daha epik veya daha didaktik olur diye.

        Işid’e (konsolosluk, toprak ve “insani yardım”) teslim etmenin kahramanlık…

        İşid’i kovalamış olmanın “itibar zedelemek” olduğu bir destan!

        Ne kadar gurur duysak yeridir.

        ***

        Bakalım hakikaten tarih ne yazacak?

        Öyle ya, tarih emir kulu değil; montaja, dublaja da hiç gelmez.

        Neden sonra “hakikatler”i gömüldüğü yerden çıkartır Tarih ve oraya yalanları gömer!

        MURSİ'NİN ESAS CELLADINA LAF YOK!

        Yüzde 52 oy almış Cumhurbaşkanı’nın, yüzde 41 alan iktidarın ve AKP yüzde 41 oy aldığı için başkan olamayanların tutarlı bir tarafı var:

        Mısır darbesine, darbeci Sisi’ye, darbecilerin katliamlarını, darbe mahkemelerinin seçilmiş Mursi’ye idam cezasına tepki veriyorlar.

        İler tutar olmayan bir tarafları (da veya daha) var:

        Mısır darbesinin, darbeci Sisi’nin, darbecilerin katliamlarının, darbe mahkemelerinin seçilmiş Mursi’ye idam cezasının arkasındaki esas organizatör, teşvikçi, finansör Suudi Arabistan’a tek laf edemiyorlar.

        Tamam, belki yeni Kral önceki gibi değil ama önceki varken de edilemiyordu.

        İnanılmaz ama gerçek:

        İktidar, Mısır darbesini sadece Sisi yapmış gibi yapıyor…

        Ve o ikiyüzlülükle Suudi kapısına koşup selam duruyor.

        S.Arabistan’ın Yemen saldırılarında Sisi ile ortaklığını destekliyor…

        Sisi’nin sponsoru olmuş Suudi Sarayı ile ortak Suriye politikası çiziyor.

        Suudi despotluğu ile birlikte, Yemen’den ötürü İran’ı kınıyor!

        Ve iş şuraya varıyor:

        Suudiler’in arzusu ve talimatıyla devrilmiş Mursi şimdi casusluktan idama mahkum. Kim hesabına casus? Hizbullah, Hamas, İran!

        Kimine göre “terörist”, kimine göre Filistin ve Lübnan’da “direnişçi” iki örgüt ile Suudiler’in birinci takıntısı Şii devlet.

        Esasen AKP iktidarının da “iyi ilişkiler” kurmuş oldukları.

        Yani S. Arabistan’ın (ve İsrail’in) temel derdi ne olmuşsa, “casusluktan idam” şimdi onu içeriyor; Cumhurbaşkanı ile hükümetin tavrı sadece Sisi’ye (bir de Batı’ya).

        S. Arabistan’ın ne dokunulmazlığı varsa, darbedeki ağırlığına tek laf bile edemedi cesur ve bağımsız devlet adamlarımız!

        Hakikaten müthiş bir ikiyüzlülüktür Hocam!

        Sisi’yi gören bir yüz, Suudi Sarayı’na sürülmüş öteki yüz.

        SON ÇIKIŞI!

        Bizim kuşaklar “Demirelsiz bir hayat” olabileceğine inanmazdı.

        Sonra inandık!

        Belki de esas Demirel “bizsiz bir hayat” olabileceğini düşünmemişti hiç.

        Darbelerin silemediği, hep küllerinden doğmuş ve bazen gül koymuş bazen kül etmiş bir siyaset insanı, Cumhurbaşkanlığı’ndan sonra yavaş yavaş kül oldu.

        Demirel’in hayatı ve ölümü”nden siyasetçilerin, kibirlilerin re mütevazıların da alacağı çok ders olmalı.

        Bize dersten ziyade, Menderes’ten 27 Mayıs darbesine, İsmet Paşa’dan 12 Mart darbesine, Ecevit’ten Milliyetçi Cephe’ye, 12 Eylül darbesinden İnönü’lü koalisyonu ve Çankaya’ya, üç idamdan üç idama, yollar yürümekle aşınmazdan verdimse verdime, “Kürt realitesi”nden 28 Şubat’a bir tarih düştü.

        Tarihi mi yazan desek yoksa tarihe mi yazan desem, bu kadar çok yazmış, yapmış, bozmuş, var olmuş bir siyaset insanı dünyada da yoktur.

        Esprileri, özlü sözleri de bu kubbede kaldı

        Yalandan yığınlar da.

        Binlerce gencin ölümü de…

        Kadim ürkekliği de bazen cesareti de.

        Halk adamlığı” da “devlet adamlığı” da.

        Zekâsı da kurnazlığı da.

        AKP’liler özellikle 28 Şubat’tan ötürü Demirel’i anmaz, Menderes ile Özal’ın arasına koymaz ama, AKP’nin mümkün olmasını sağlayan ne varsa, genç Demirel yıllarının muhafazakâr taşlarına ve Milliyetçi Cephe organizasyonları ile geç Demirel’in 28 Şubat yandaşlığına borçludur. Ama esas ilki tabii.

        Demirel sessiz kalacak biri gibi gelmezdi hiç.

        Ağır ağır silinişi kim bilir onu ne üzmüştür.

        Fakat ne olursa olsun, kibir, ihtişam, ihtimam, şaşaa, zirvelerde bir hayat olmuşsa olsun, işte o son sessizlik anı gelip çatıyor…

        Anlayana saz ile…

        Anlamayana davul zurna az ile!

        O yüzdendir zaten, ne oldum demeyeceksin, öğüdü.

        Sorun ne olduğun değil, ne öldüğün oluyor.

        Demirel (Özal gibi) zirvede bir ölümü mü tercih ederdi, bilmiyorum.

        Belki böyle yavaş yavaş vedalaşma, neredeyse unutulmuşken son bir çıkışla kendini hatırlatma, insanı tefekkür yoluyla daha hafifletiyordur, onu da bilmiyorum.

        Diğer Yazılar