Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        O kadar kahreden “faili meçhuller” neydi?

        Hani bir zamanlar “Başbakan Erdoğan”ın da, “Faili meçhuller vardı, bitirdik” dediği.

        Hani 12-13 yaşında çocukların da gözaltına alınıp asit kuyularına atıldığı, bir sokakta, köşe başında, bazen evinde, bazen uykusunda, bazen kaçırılarak insanların “kafasına sıkıldığı” zamanlar.

        Anadolu’nun her yanına “bayraklı tabutlar” dağılırken, binlerce Kürt aile de en çok bu faili meçhullerin, kayıp evlatların, kayıp hukukun acısını yaşıyordu.

        Şimdi onlar adına birileri de, “uyuyan polis, bankamatikteki sivil giymiş silahsız uzman çavuş, karısı ve çocuğu yanındaki binbaşı, hamile karısı ve üç cocuğu yanındaki işçi, hamile eşiyle çarşıya çıkmış astsubay, trafik pususuna çekilmiş trafik polis”ini aynen öyle katlediyor.

        Bir acıyı bilen o acıyı sadece kendinde bilemez…

        Bir kahpeliğe lanet eden o kahpeliğe sadece kendine vurdu mu lanet okuyamaz…

        İnsan olmanın, tüm evlatlara adalet talebinin, hak, hukuk ve insanlık ısrarının yolu; sinsi, kahpe, basbayağı cinayet olan faili meçhulü bazen “faili makul” saymaktan geçmez.

        Bu ülke devlet, etnisite, ordu, militarizm, mezhep, sermaye ve “örgüt” vesayetleri altında, bazen hepsine birden rehin düşmüş insanların teslimiyeti üzerinde özgürlük ve adalet ufku göremeyecek.

        Aklımızın, vicdanımızın, ruhumuzun, dilimizin özgürleşmesinin bir yolu da işte bu:

        Başkasının acısını da kendi acın bilmek.

        Kendinden saydığının kahpeliğine, zulmüne, vesayetine karşı da başını kaldırmak!

        Umutlarını kirleten, kana boğan kim varsa işte.

        Kafaya sıkmalar” da, bombardımanla sivilleri yok etmeler de.

        Hepimiz için geçerli ama işte öyle olmuyor!

        ***

        Başbakan “tüm evlatlar”ın sorumluluğunu taşıyor ve onlara “hayat, barış, umut” vaat etmek yerine, belki hakikaten içinden gelerek, belki bildik hamasetle diyor ki:

        Kendimizi ve evlatlarımızı feda etmeye hazırız.”

        Bunun “kendimiz” kısmı zaten çok ciddi sorunlu.

        Mesele biraz da “kendimizi feda etmeye hazır değiliz” meselesi değil miydi?

        İktidarı, muktedirliği, güç ve para çarklarını feda etmeye hazır mıydı yani iktidar?

        Bunu geçeyim hadi.

        Soru şudur: Hangi evlatlar?

        Hakikaten soru hep budur:

        Gündelik hayatta hor görülen sivil ve profesyonel asker “evlatlar”ı fedaya hazır olmak çok zor değil.

        Kasalı, kutulu, sıfırlı evlatlar”ı, fedayı bırakın, sorgulamayı, azarlamayı dahi milletten kaçırmış bir iktidarımız var; başörtülü-başörtüsüz anaların, sıvasız hanelerin, boyasız annelerin, Yozgat’ın, Göynük’ün, Adana’nın, Van’ın, Sivas’ın kavruk evlatlarını fedaya hazır ama!

        ***

        Belki de hakikaten “hazırız.”

        Çünkü hayattayken, biraz umudu, bir tutunacak dal beklentisi, bir dikili ağaç için çabası, ailesi, çocukları için daha iyi bir hayat rüyaları varken “feda” edilip durulan “evlatlar”dan söz ediyoruz zaten.

        Burada sordum ama cevap yok:

        Banka-bankamatik işi” yaparken, siviller içinde,hem de babasıyla telefonda konuştuğu sırada, “faili meçhul caniliği” ile “şehit” edilen Ziya Uzman Çavuş’u oraya kim, hangi şahsi için göndermişti?

        Pekiyi şu doğru mu?

        Çok sayıda komutan “Uzman erbaşlar tabanca taşımayacak, hatta palaskasına boş kılıf bile takmayacak” emri verdi mi?

        Bilmiyorsunuzdur; devlet ve TSK zaten “sıcak bir çay, bir çorba için” bile orduevlerine sokmadığı, hatta şu anda bile göreve çağırıp kışlalarda yer yokken orduevlerini değil, polis, öğretmen evlerini, otelleri mekân gösterdiği bu insanlara tabanca hiç vermiyor; çok zenginler ya, kendi paralarıyla alıyorlar.

        Kanun diyor ki, “Uzman erbaşlar bedeli karşılığında zati tabanca edinebilir, görevli olmadıkları zamanlarda da resmi veya sivil elbise ile göze görünmeyecek biçimde taşıyabilir.”

        Ama bunun meali artık şöyle mi olmuş: “Taşıyamaz.”

        ***

        Bir şey daha soracağım; “evlatlarımızı feda etmeye hazırız” ya:

        Işid-Daeş’in “şehit ettiği” Astsubay Yalçın Nane’yi anan bir “emir”, “TSK Dayanışma Vakfı’na üye değildi, o yüzden para alamayacak. Siz siz olun, üye olun” demeye getirdi mi?

        Bu yüzden, “Şehit Astsubayımızın herhangi bir sosyal güvencesi ve birikimi olmadığından komutanlık astsubayları vasıtasıyla personelden yardım kampanyası düzenlenmesi, toplanan para miktarına göre Gaziantep’te ev alınması” duyurusu yapıldı mı?

        Şah Fırat Operasyonu şehidi” Astsubay Avcı gibi “evladının doğumuna 10 gün kala”, onu göremeden gitmiş bir askerin “Oyak birikimi” yok mudur? Üye değilse bile, “şehit, asker, insan, eş, baba” değil midir?

        Öyle ya, artık “Daeş terör örgütü” denenle mücadele etmiş, rehin alınmış Astsubay Örs’ü de er yapıp ordudan atıp biri bebek, iki evladıyla işsiz ve haysiyetiyle oynanmış bırakarak “evlatlarımızı fedaya hazırız” mesajı verilmişti.

        Açık açık anlatıyorlar “feda”yı ama…

        Anlayamıyoruz yine de!

        Diğer Yazılar