Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Bundan 5 yıl kadar önce Meclis’te, o zaman HDP selefi olanlardan Sırrı Sakık herkesi şaşırtan bir konuşma yaptı:

        “En çok mayına basıp da ölen uzman çavuşlar ama orduevine giremezler. Çocuklarının cenazesini alan anneler Manisa’daki tugaya başörtülü giremez.

        Bu uzman çavuşların, en çok ölüme giden, en çok ölen insanların çocukları niye orduevine alınmıyor?

        Nedir bu ayrımcılık?

        En çok ölüme gönderdiğiniz insanların ailesi kışlaya, çocukları orduevine giremiyor.”

        İki yıl sonra Sakık yine Meclis’te, “Uzman çavuşların orduda ayrımcı bir politikaya tabi tutulduğunu, çocuklarının, eşlerinin orduevine alınmadığını ifade etmiştik. Bu hal devam ediyor. Neden orduevine giremiyorlar?” diye hatırlattı.

        O sıra sıkı AKP’li olan, ama yılsonunda AKP muhalifi olacak İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin de “Nifak sokuyor. Samimiyetsiz” dedi.

        Şimdi PKK, HDP’nin 6 milyon oyunu da çiğneyerek, işte o uzman çavuşları yine öldürüyor!

        Manzara şu:

        Haklarına değer verdiğinizi söylediğiniz insanların hayatının değeri yok aslında!

        ***

        Cumhurbaşkanı ve diğer “iktidar ileri gelenleri”; polis, er, uzman çavuş ve uzman jandarma, teğmen, binbaşı, her “şehit” için konuşuyorlar:

        Kahraman… Şehidimiz… Ne mutlu…

        Sakık’ın Meclis’te ikinci konuşmayı yaptığı yıl, bir TV kanalında, Havuz Soru Heyeti, belli ki çok sayıda uzman çavuş mesajı almışlar, öyle bilmeden de olsa soruyorlar sorunu.

        “Başbakan” Erdoğan cevaplıyor:

        “Hem sosyal, hem özlük hakları için arkadaşlar çalışma yapıyor. Bazı haklar verdik. (Esasında başka bir şeyi hatırlıyor,küarıştırıyor.) Sosyal de verdik, diğerinde de. Arkadaşlarımız çalışıyor. Arkadaşlara talimat verdim.”

        Aradan bir yıl geçiyor. Yine aynı Havuz Soru Tiyatrosu. Belli ki yine kanala çok talep gelmiş.Yine öyle bir soru. Yine “Başbakan” Erdoğan cevaplıyor:

        “Arkadaşlara talimat verdim. Mesafe aldık.”

        O arkadaşlar ne oldu, ne yaptı, talimatlar hangi suya düştü, belli değil.

        Ama manzara şu:

        Ölüsüne “şehit” diye hiç olmazsa bir ara değer verdiğiniz insanların hayatının hiçbir değeri yok aslında!

        ***

        Bunu, asker, sivil, Türk-Kürt herkese “barış umudu” verip silaha sarılanların katlettiği sivil-asker, Türk-Kürt herkes için söyleyebiliriz tabii.

        Kimliğinle kendine değer arıyorsun ama insan olarak o kimlik içinde de bir değer vermiyorlar!

        Silopili asker Mehmet Halil Barkın’ı PKK öldürdü.

        Cenazesi Kürtçe ağıtlarla kalktı.

        Bilmiyorum, oy kullandıysa belki AKP’ye belki HDP’ye vermişti.

        Cenazeden iktidara da tepki yağdı.

        Çünkü evladının kıymetini bir sen biliyorsan, kıyamet bin mislidir senin için.

        ***

        Uzman çavuşlar (tabii mecburi erler, astsubaylar) “en çok ölüme gidenler”di ama sadece istatistiksel değil.

        Kışlada yer olmadığı için kiralık eve atılan, silah taşıması yasak olan, komutanın sivilleri giy bankamatik kartımı al diye ateşe yolladığı, orduevinde kalamadığı için öğretmenevine sığınan “uzman” da oldukları için.

        Elbette “bir katil” vardı hep.

        Ama “kurban”ın kurbanlığı boynuna asılıyor, alnına yazılıyordu sabah akşam!

        İşin ölmek-öldürmekti; rütben her gün ölümden beter olmak.

        ***

        O yüzden, “şehidimiz” diye bağıran sivil-asker düzen efendilerinin, kimilerini “şehit saymamak için” verdiği mücadeleyi de bir bilseniz!

        Yıllar önce, İncirlik aşkımız ABD’nin vurduğu Muavenet’te “şehit” olan evlatları şehit sayılmadığı için hakkını Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde arayan aileleri biliyor musunuz?

        Önceki savaş dönemi, çok sayıda askerin “şehit” eden askeri nakliye uçağı kazasında, devlet tazminattan tasarruf etsin diye “şehit” sayılmayan uçuş ekibini?

        Kesik kolu, parmağı milimlerle ölçüp gazi sayıp saymamaya karar veren bir düzen bu.

        ***

        O yüzden, Hava Astsubay Gökhan Yıldırım’ın da düştüğü yerin 3 metre değil, 2.90 olması üstünde duruyor işte Milli Savunma Bakanlığı ve Askeri Yargı ile komutanlar!

        Yıldırım, işi, görev tanımı ve uzmanlığı olmadığı halde, jet üssünde, esas yüklenici firmanın işi olan kamera-kablo döşemede görevlendirilmiş, 7 Mart’ta düşerek can vermişti.

        “Şehidimiz” dendi hemen ya, aldanmayın.

        Avukat Erkan Akkuş’un ısrarlı sorularına rağmen, Bilirkişi Heyeti, emir-komuta zinciri altında, ona o ölümcül görev emrini veren hiç kimseyi sorumlu tutmadı.

        “3 metre olsa, emniyet kemeri gerekirdi; ama orası 2.90” denerek, bir insanın, hem de zoraki-angarya bir işte ölümü 10 santimle değersiz sayıldı.

        Komutanlarını aklamak için, acılı anne babaya ve aileye, “Oğlunuzun kendi hatası” demeye getirildi; ayağındaki normal askeri bot dahi “iş güvenliğine uygun iş botu” kabul edilerek.

        Hoş, daha helikopterinin düşüş ve iki subay ile iki astsubayın “şehit” oluş nedenini çözmeyen bir sistem bu.

        Asla kusursuz işlemiyor ama hep kusursuz olduğuna hükmediyor!

        Sivilde de 11 işçinin katledildiği AVM’de, 10 işçinin betona gömüldüğü gökdelende patronları sorumsuz bulmaya adanmış zaten.

        En iyisi, Cumhurbaşkanı, Gökhan Yıldırım’ın ana babasına da seslensin:

        “Ne mutlu o şehidin ailesine, ne mutlu onun tüm yakınlarına!”

        Öyle ya…

        Sistem bu.

        Kolayca ölebilirsin ama insan gibi yaşaman zor.

        Ölürsen överiz, yaşarken döveriz gibi bir şey işte.

        Diğer Yazılar