Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Şimdi itiraf edeyim:

        Bu “ayrımsızlık”ı seviyorum!

        Yani aynı gün bu ülkenin en tepeden konuşmuş kişilerinden biri olan Ertuğrul Özkök’e de “Cumhurbaşkanı’na hakaret” suçlaması yapılıyor…

        Acılı, perişan bir (ve birden fazla) “şehit yakını”na da!

        Demek ki bu konuda ayrımcılık yok; zengin-fakir, beyaz-siyah, İstanbul-Anadolu, tuzu kuru-acılı insan ayrımı yok!

        Tek kriter var:

        Fazla konuşmayacaksın!

        ***

        Belki de başı büyük gövdesi küçük cumhuriyet ile kaşı çatık gövdesi ezik demokrasi böyle bir şey.

        Ayırmıyor.

        Hakaret” suçlamasıyla susturmanın, sindirmenin, gözdağının, intikamın sınırı yok.

        Beyaz cumhuriyetçiler” işte bunu anlamamıştı pek:

        Bu ülkede okuldan aileye, işyerlerinden askeriyeye, cemaatten cemiyete “susturulan, ezilen, tehdit edilen, sindirilen, korkutulan, sesi kısılan, sesi çıkarsa cezalandırılan” insan sayısı o kadar çoktu ki…

        Düşünce, ifade ve vicdan özgürlükleri öyle basın özgürlüğü yahut “basın”ı öldürüp sarıldıkları “iletişim özgürlüğü”ne sığamayacak kadar ölüydü!

        ***

        Açıkçası, eksik olmasınlar, Saray ve Sadrazamlık bunu kusursuz anlatıyor:

        Seni de sustururum onu da!

        O yüzden, burada yıllar boyu hep yazdığım şey:

        Ezilenler kardeştir…

        Acılar kardeştir…

        Susturulanlar da biraz öyle!

        Tabii Ertuğrul Beyler yıllarca kendilerinin susturduklarına yahut seslerine kulak vermedikleri insanlara bunu lütfederlerse!

        ***

        Rejiminizi de sadece “susturulan medya mensupları”na bakarak çözemezsiniz.

        Kiminiz haklı, doğru, ilahi adalet, etme bulma dünyası filan bulur…

        Kiminiz büyük sansür, o kadar da olmaz, susma sustukça sıra sana da gelecek filan olur.

        Oysa bir ülkenin temel özgürlük meselesi, “sıradan” denen sırasız insanların her gün susturulmasına dairdir.

        En büyük otoriteden başlayarak, diğer tüm otoritelerin susturma, sindirme kapasitesidir.

        Yani, gazeteciyi kendi susturan bir medya aristokrasisi bize hangi özgürlüğü anlatacak?

        Astını susturmak ne kelime, köle sayan bir ordu feodalitesi bize hangi cumhuriyeti anlatacak?

        Plazalarında, bankalarında, holdinglerinde çalışanları susturan bir burjuvazi bize hangi demokrasiyi anlatacak?

        ***

        Ama bunları anlamamız da şart.

        O yüzden şuna bakacağız:

        Cumhurbaşkanına hakaret suçu”nun özelleştirilip “Cumhurbaşkanı’na hakaret suçu” haline getirildiği…

        Güçsüzlerin zaten güçsüz olduğu, güçlü sayılanların da daha büyük gücün otoritesine bağlanmak istendiği, “En güçlü”nün kendisine karşı bir sözü “hakaret” bilip hedefe, “özgür medya”, “bağımsız” yargı ve yargısız infazlarla yüklenildiği bir ülkede…

        Gazi Uzman Jandarma’ya tekme atan Paşa ne oldu?

        Astsubay’a tekme, tokat atan Komutan ne oldu?

        Yere düşmüş Somalı İşçi’ye tokat atan Danışman ne oldu?

        Onca polisin hakları, insanlıkları çiğnenirken bir Genci vuran Polis ne oldu?

        Gazi bir Polis’e hakaret ve küfür eden Amir ne oldu?

        Uzman Çavuşları toplayıp “Siz .ötsünüz, biz baş. Siz kölesiniz” diyen ne oldu?

        Onca vatandaşa hakaret eden, küfür eden, darp edenler ne oldu?

        Yersin tokadı diyen demokratlar ne oldu?

        ***

        Cumhurbaşkanı’na hakaret”te Allah için “ayrımcılık” yapmadan herkese çullanan bir otorite…

        Kendisine hakaret”e bu kadar titizken, Gazi askere vurulan tekmeye, Gazi polise edilen hakarete, yere düşmüş acılı bir işçiye indirilen tekmelere, zaten hırpalanan insanlara saldıran küfür kıyamet ve tekme tokada böyle hissiyatsız ise…

        Artık siz ne düşünürseniz düşünün!

        Bazen bir anne çıkıveriyor, “Bunların canını geri verin” diyor…

        Bazen bir baba, evladının vurulmuş hayatını yahut tarumar edilmiş haysiyetini geri istiyor.

        Az durup kulak vereceksin, neden diye?

        Veremiyorsan, kendinden de şüphe et…

        Vermiyorlarsa, şüphe edecek ne kaldı?

        ASKER MEKTUBU!

        Emuzder Başkanı Esef Merdoğlu’na gelen bir mesajdan.

        Kahraman” denene reva görüleni anlarsan, ötekileri de anlarsın diyerek!

        Komando tugayında uzman erbaşız. 9 aydır evimize hiç gitmedik. Ülkemiz bu durumdayken asla bundan şikayetçi değiliz. 20 gündür de bir bölük olarak bir karakol emrindeyiz.

        20 gündür bir dilim ekmeğimiz yok. Tuvalet için dahi karakolun içine girmemiz yasak. 20 gündür banyo yapmadık. Karakolun çarşıya giden aracına sipariş verip kendi paramızla yiyecek aldırıp karnımızı doyuruyoruz. Bunu dahi sorun etmiyoruz ama birlikte görev yaptığımız bölüğümüz subayları, astsubayları karakolda yemeklerini yiyebiliyorlar. Biz taşların üzerinde uyurken kimi yataklarında uyuyor. İnanın yazarken utanıyor ağlıyorum. Biz terörle böyle mücadele ediyoruz. Bunu reva görenlerin hiç mi vicdanı sızlamıyor.”

        Merdoğlu demiş ki, “Ben buna yorum yapamıyorum, bir şey diyemiyorum. Saygılar, selamlar.”

        Ben de bir şey demeyeyim!

        Diğer Yazılar