Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Mehmet Ali Sarak Silvan’da, yakın mesafeden ateşle öldürüldü.

        Evinden çıkmıştı. Cami Mahallesi’nde.

        Bayramlaşmaya gidiyordu.

        Askerdi ama sivil kıyafetliydi.

        ***

        90’lı yıllarda bölgede özellikle Jitem, itirafçılar, tetikçiler vasıtasıyla çok sayıda “faili meçhul” cinayet işleniyordu.

        Kimi PKK’lı diye, kimi yakını diye, kimi yardım ve yataklık yapıyor diye, kimi bilinen bir kişi, kimi gazeteci olduğu için, kimi büyük, kimi çocuk.

        Yargısız infaz” da deniyordu ya.

        Gözaltına alınıp yahut hemen öldürülüp dere yataklarına, asit kuyularına, kimsesiz mezarlarına atılmışlar da ayrı.

        Bölge halkı bu “faili meçhuller”i lanetledi.

        Cumartesi anneleri” o kayıplardan çıktı ve hala kayıplarını, evlatlarını, eşlerini, çocuklarının bir kemiğini arıyorlar.

        Halklar, insanlar acılarla da olgunlaşır.

        Nice insanın çektiği büyük acılardan başkalarının da aynı acıları çekmemesi için ruhumuz olgunlaşır.

        Yani böyle olabilir.

        O faili meçhullerin, kayıpların acıları hayatlarına, yüzlerine, endişe veya öfkelerine kazıdığı insanlar, bilhassa anneler işte, gün gelip “silahsız, bayramlaşmaya giden, sivil kıyafetli” genç bir askerin de aynı biçimde öldürülmesine de tavır alabilir…

        Belki yüreğinde öyledir zaten ama bu tavrı hepimiz paylaşabiliriz.

        Çünkü “sıvasız hanelerin çocukları”, savaşın kanı, kini, pususu, baskını dışında, bir de böyle “enseye, kafaya sıkılarak” birbirlerinin benzeri ölümlere, adıyla sanıyla kahpe, sinsi, kalleş cinayetlere kurban gittiğinde durum aynıdır, vicdanlar için!

        Faili meçhul” ise, o dönemdeki yüzlerce devlet, derin devlet, örgüt infazına koyduğumuz ad, bu da adıyla sanıyla öyledir.

        Evde uyuyan iki polisin, kızının yanında bir polisin öldürülmesi, komutanın bankamatik işini yapan silahsız askerin, hamile eşinin yanında astsubayın vurulması gibi; aynen Cizre’de onca sivilin insanın da öldürülmesi gibi!

        Lanetliktir!

        ***

        Mehmet Ali Sarak Silvan’da, yakın mesafeden ateşle öldürüldü.

        Evinden çıkmıştı. Cami Mahallesi’nde.

        Bayramlaşmaya gidiyordu.

        Askerdi ama sivil kıyafetliydi.

        Yazının bu ilk paragrafına şunu da ekleyeyim:

        Küçük bir ihtimal dışında, yani büyük ihtimalle silahsızdı!

        ***

        Şimdi bu kalleş cinayetin beri tarafına geçebilir, 25 yaşında bir uzman çavuşun kahpece katledilişinin arka planındaki basit hakikate de bakabiliriz.

        Ön tarafta sinsi, kalleş katil var ya…

        Arkada da şöyle şeyler var:

        1.Mehmet Ali Sarak “evinden çıkmıştı”; çünkü onun statüsünde lojman yoktu. Lojmanlar rütbe ağırlığıyla dağıtılıyor, yetmiyordu zaten. Muhtemelen ev kiralamıştı. Ve daha önceki savaş döneminde başka “lojmansızlar”ın başına gelen o kahpe mermi onu da bulmuştu.

        2. “Sivil kıyafetliydi” çünkü devletin, komutanların aklına gelebilen tek “güvenlik” tedbiri oydu! Böylece hedef olmayabileceği düşünülmüştü belli ki. Daha yüzlercesi gibi.

        3. “Büyük ihtimalle silahsızdı” çünkü uzman çavuşlara devlet zaten tabanca vermiyor; kendi paralarıyla alabiliyorlar. Çok sayıda emir uyarınca, onu taşımaları da yasak!

        4. Lojman yoktu, muhtemelen birlikte kalacak yer yoktu, galiba orduevi vardı ama orada da kalamazdı zaten. Çünkü kapısında nöbet tutabilirdi ama içeri girmesi yasaktı!

        ***

        Bir “cinayet”te esasen birkaç “meçhul fail” var.

        Biri katil veya katiller, en başta!

        Bir de esasen meçhul olmayan birilerinin tuhaf kararları, emirleri, ihmalleri.

        İnsanın, istisnai durumlar dışında iki gözü var; her birini görebilsin diye.

        Bir kalbi var, hepsine birlikte yer verebilsin diye.

        Bir beyni var, muhakeme yapabilsin diye.

        Kalp ile beynin ortak ruhu, yani vicdan var: Ayrımsız, her acıyı ve her kötülüğü hissedebilsin diye!

        KİBİR SULTANLIĞI!

        İslamiyet’e atfedilen o büyük “Tevazuu”nun içinden bu kadar çok “kibir sarayı” çıkması zaten çok çarpıcı da…

        Kutsal toprakların bekçisi” olması gerekenlerin kibri anormal ötesi.

        S. Arabistan a peş peşe bir iki gün içinde, dışarıda Yemen’de onlarca sivil öldürdü…

        İçeride “şeytan taşlama”da da yüzlerce “sivil” hacı adayının ölümünün yollarını döşedi.

        Yetmedi.

        Kibir”, gerçekçilik adına, zaten “Krallık”ın için için ideolojisi olan “ırkçılık”a da koşarak, “zenciler”i suçladı hemen.

        Para ve bölgeyi peşkeş gücüyle Batı’yı avucunda oynatabilen, “Batı ile Doğu arasındaki Köprü” denen bir memleketin efendilerini, Suriye’den mülteci sorununa, Filistin’in ihmalinden İslam iç savaşlarına kadar susturup sustalıya çeviren Kibir, asla sorumluluk hissetmeden, yüzlerce ölünün üzerine de basıyor işte.

        Bu despotları hoş gören Batı da ikiyüzlü…

        Susup onlara biat eden Köprü de!

        Diğer Yazılar