Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        54 yıllık hayatını aceleyle yüklenip hasta yatağından kayan kocaman adamın siyah-beyaz bayraklı tabutuna, henüz dolmamış 6 yaşımın bi dolu gözyaşıyla dokunduğumda, ben zaten Beşiktaşlıydım.

        Bir bakıma Beşiktaş uğruna bir hayat vermiş, sonra da hayatını vermişti.

        Büyüyünce” daha iyi anladım ki, onun Beşiktaşlılığı, biraz da bugün “taraflı, tarafsız herkesten saygı” gördüğü söylenen Beşiktaş gibiydi.

        Sahada seyredememiş olsa da gazetelerde, dergilerde yazılarını okuyanlar, “her maçı, sahadaki iki takımı da tutarak anlatan” ve TV’siz devirde “maça kör” olsalar da, yürekleriyle maçı dinleyerek yaşayanlar, radyodaki sesiyle “görenler” için de öyleymiş.

        Belki şundan da:

        Sonradan Fenerbahçe’ye gidecek ve genç takımdan Sanlı ile Yusuf’a yer açacak Şenol-Birol’lu Beşiktaş’ın şampiyon olduğu 1959-60 sezonu ardından, “27 Mayıs darbesi” dolayısıyla yapılan Cemal Gürsel Kupası’nda, yarı final öncesi, “Fenerbahçe, Beşiktaş karşısında geniş skor yapacak” diye gazeteden ilan edebilen ve maçın aynen öyle, çok farklı biteceğini önceden bilip söyleyebilen Beşiktaşlıydı!

        ***

        Müsaadenizle bu şampiyonluğu ben de onun kabrine bırakayım.

        Onun karakterine epey benzeyen bir şampiyonluk oldu bu da.

        Şenol Güneş’in karakteriyle, oyuncuların karakteriyle, statsız mücadelenin karakteriyle, “kaybettikleri”ne rağmen inadına sevenlerin karakteriyle… Alın teriyle.

        ***

        Babam doğuştan değil, “İnadına Beşiktaşlı” olmuş.

        Galatasaray Lisesi’nde öğrencilik, öğretmenlik yapmış hasta Galatasaraylı babasına inat…

        Kendi de Galatasaray’da okuduğu halde, Beşiktaşlı olmayı, Beşiktaş’ta oynamayı, Beşiktaş’ta ölümüne sakatlanmayı, Beşiktaş’ı yazmayı, Beşiktaş’ı “radyodan naklen” anlatmayı, Beşiktaşlı ölmeyi seçmiş.

        İşte bu çok bilinçli bir seçim!

        Benimkisi öyle olmayabilir.

        Çünkü ben Beşiktaşlı doğmuştum!

        Beşiktaş’ın sonradan (doğru, yanlış) “Avrupa’da Türkiye’yi temsil ettiği için lig şampiyonluğu” saydırdığı iki “lig öncesi” sezonu kucaklayarak, daha doğrusu o şampiyonlar tarafından kucaklanarak.

        Beşiktaşlı doğmuş, statta da Beşiktaşlı olmuştum; henüz minikken, babam stat yayın kulübesinde radyo için maç anlatırken, yandaki tahta sıralarda 1960 Şampiyonu Beşiktaş’ı “canlı” izleyerek.

        O yıl Roma Olimpiyatları’nı da, her gün manzum şeklinde yazacaktı gazeteye. Ve bu onun son spor seyahati olacaktı.

        Tutku böyle bir şey.

        Sadece bir kulübü, takımı değil; futbolu ve manipüle etmeden, kirletmeden onu sevenleri sevmeyi öğrenmiş olmalıyım “Türkiye’nin ilk spor spikerlerinden Muvakkar Ekrem Talu”dan.

        ***

        Mart 1963’te işte o cumartesi Türkiye-İtalya maçı vardı.

        Uzun süre Bağlarbaşı’ndaki evde yatalak iken iki ayrı gazeteye yazı yazıp elden yollayan “gazeteci”, epeydir SSK Samatya hastanesindeydi.

        İtalyan futbolu uzmanı olduğu için, meslektaşları peş peşe gelip maç için görüşlerini alıyor, ben de heyecanla dinliyordum.

        Dedi ki, “Cumartesi çıkıp seni milli maça götüreceğim.”

        O cumartesi sabahı, acayip bir tecelli işte, çocuktan gizlenen haberi radyodan duydum: Muvakkar Ekrem Talu’yu kaybetmişiz!

        İtalya maçını göremeden hem de.

        ***

        Bir vasiyeti, o vakit sınavla öğrenci alan Galatasaray Lisesi İlk Mektebi sınavlarına girmemdi.

        Benim gibi henüz okuma yazma bilmeyenler ile bir sene başka ilkokulda okutulup sınava “donanımlı” sokulanlara, şekiller üzerinden yapılan bir imtihan.

        Haziran’da sınav, sonra Eylül’de Galatasaray Lisesi ilk mektepte 12 yıllık yatılı hayata adım. Çoğu çocuk, ya önceden ya hemen o gün Galatasaraylı olmuş. Ben “inadına Beşiktaşlı.”

        Orada iki sene üst üste, Yugoslav Spajiç’in Macar Kuzman’lı kadrosunun 1965-66 ve 1966-67 şampiyonluklarını gördüm. Görüş o görüş. Liseden mezun olana kadar bir daha Beşiktaş’ı şampiyon göremedim. Okul takımında Galatasaray forması giyerken hem de!

        Göremedim ama 12 yıl önce girdiğim kapıdan yine “inadına” Beşiktaşlı mezun oldum.

        Ortaköy ilk mektepten Galatasaray’da ortaokula geçtiğimizde, ilk ıssız çarşamba, lise tarihinin karizmatik, kadim Başmuavini Ferruhzat Turaç’ın çağırdığını söylediler. Ürkerek gittim. Büyük, loş odanın girişinde ürkerek çakıldım.

        Koca masada, devasa bir adam, sırtı dönük oturuyordu. Önce bir bant dinletti, “Kim” dedi. Tahminen, “dedem” dedim. “O Galatasaraylıydı” dedi, “Sen de baban gibi Beşiktaşlı mısın?”

        Babamın okul arkadaşı, 91’inde öldüğünde Galatasaray’a hizmeti 66 yılı bulacak Ferruhzat Bey otoritesinin kapsama alanında en az 7 senem vardı.

        11 yaşımdan bir nefes aldım, o nefesi verirken, “Evet, öyleyim” dedim.

        Git” dedi!

        ***

        Artık “babamın öldüğü yaş”ı geçtim; babamdan daha yaşlıyım.

        12 yıl yatılı okuduğum liseyi hep sevdim, Büyük kızımın da 12 yıl orada okumasıyla mutlu oldum.

        Yine de babamın “Hoş geldin”, Hocamın ise “Git” dediği yerde, kıdemli bir muhalifim:

        İnadına Beşiktaşlıyım.

        Diğer renklere, futbolu seven, emek ve yürek veren herkese saygımla. Ama işte öyle, inadına!

        100 yılda o formayı giymiş herkesle birlikte (Zalad hariç), babamın adının da bulunduğu 100.Yıl Forması tam karşımdayken yazıyorum zaten.

        ***

        Haklısınız, “memleketin onca meselesi varken, futbol avutur, uyutur!”

        Müsaadenizle, “bu şahsi yazı”yla, ben de avunayım; biraz uyuyayım, uyutayım.

        Teknik not: Beşiktaş’ın ligdeki ilk maçı Mersin İdman Yurdu deplasmanındaki gollerinden ikisiyle, Galatasaray maçında “şampi”yi getiren golün nasıl birebir aynı olduğunu görünce, daha sezon başında o takımın bu takım olduğunu anlıyoruz zaten.

        Temdit not: Yine müsaadenizle, yazılara kısa bir ara!

        KARŞI TEDBİR ATMA(MA) SİSTEMİ!

        Hakkari’de operasyon sırasında düşen ve iki pilotu “şehit” eden helikopter için Genelkurmay önce “kaza” dedi.

        Sonra dünyanın çeşitli yerlerinden “PKK’nın vurma görüntüleri” olduğu iddia edilen videolar çıktı.

        Benim öğrendiğim ve anladığım da şu:

        Helikopterlerin ve tabii pilotların, mürettebatın “Kendini Koruma Sistemleri” ve “Karşı Tedbir Atma Sistemi”yle sorunları var.

        Aselsan-Mikes projesi olan bu sistemin çalışıp çalışmadığı, ortalık yerde değilse bile, birliklerde sorgulanıyor.

        Sistem kabaca şu:

        Helikopterlerde biri ısı, biri metal duyarlıklı iki dedektör ve karşı tedbir sistemi mevcut.

        Bunlara Öz Türkçe ile, “Özçekim” gibi, güzel güzel “Özışık” sistemi ile “Chaff-Flare” mühimmatı deniyor. Isı ve metal algılama yoluyla füzeye karşı tedbir olarak, onu hedeften saptırmak üzere metal ve ısı topu atıyor.

        Atıyorsa… Mesele yok.

        Atamıyorsa… “Kendini Koruma” da çalışmıyor.

        Şimdi esas soru şu:

        Atabildi mi atamadı mı?

        Kendini Koruma ile Karşı Tedbir Atma Sistemi çalıştı mı çalışmadı mı?

        Çalıştıysa, nasıl oldu?

        Çalışmadıysa, nasıl iş bu?

        Cevap var mı yok mu?

        Diğer Yazılar